Bu yazımda, çoğunlukla önüme düşen bir paylaşım karşısında tepkisel reflekslerle ve çoğu kere de kadınların nefsine ağır gelebilecek ifadelerle üstün körü yazdığım “erkeğin kadından üstünlüğü” ve “kavvâm”lık meselesini biraz daha tafsilatlı bir biçimde izaha çalışacağım. Yoğunlukla kadın özelinde ele alınan “kavvâm” kavramı, İslâm’ın yüklediği kocalık ve babalık sorumluluklarını reddetmeye itilen günümüz erkekleri için de vurgulanmayı ve açıklanmayı gerektirmektedir. Dolayısıyla yazımızın kadınlara hitap eden ve sadece onları ilgilendiren bir muhtevaya sahip olmadığını belirtmek isterim. Kadın erkek her Müslümanın dikkatle okumasını ve “eşitlik ve özgürlük” kıskacında değil “adalet ve kulluk” bağlamında tefekkür etmesini ümit ederim.
Öncelikle konuyu şekillendiren Nisâ Sûresi’nin 34. ayetinin mealini verelim: “Allah’ın insanlardan bazısını bazısına üstün kılması ve mallarından harcama yapmaları sebebiyle erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur. Onun için sâliha kadınlar itaatkârdır…”[1]
Ayet-i kerimede geçen “kavvâm” kelimesi meallerde genellikle “yönetici ve koruyucu” olarak yer aldığı için biz de buna sadık kaldık. Ancak burada “kavvâm” kavramını teşkil eden; iki “v”den birini “yönetmek”, ikincisini “sorumlu olmak” şeklinde kodlayarak ifade etmenin hem daha anlaşılır hem de istismara daha kapalı olacağı kanaatindeyiz. Zira günümüzde müfrit çevrelerce sadece “yönetmek” veya sadece “sorumlu olmak” yönü üzerinden ele alınarak anlam bütünlüğünün bozulduğunu ve bu kavramın yıpratıldığını müşahede etmekteyiz. Tafsilatını daha sonraya bırakarak üstünlük bağlamında nazil olan ikinci ayet-i kerimenin mealini verelim:
“…Kadınların da ödevlerine denk belli hakları vardır. Ancak erkekler, kadınlara göre bir derece üstünlüğe sahiptirler. Allah azîzdir, hakîmdir.”[2]
Bu iki ayet-i kerimede ifade edilen ve sürekli tartışmalara sebep olan üstünlük meselesini birkaç açıdan tahlil etmek istiyoruz:
I)Üstünlüğün Mahiyeti
Malum olduğu üzere Allah Teâlâ, üstünlük noktasında kadın erkek, zengin fakir, Arap acem, zenci beyaz demeden bütün insanları ihtiva eden bir kıstas ortaya koymuştur: “Şüphesiz Allah katında en üstün olanınız, takvaca en ileri olanınızdır.”[3] Yani Allah’ın emir ve yasaklarına uyma noktasında en titiz davrananızdır. İnsanlar zenginlik, makam, mevki, nesep vb. durumları itibariyle dünyada birbirlerine karşı göreceli bir üstünlüğe sahiptirler. Sadece kadın erkek arasında değil erkekler arasında veya kadınlar arasında da bir üstünlük farkı vardır; kimi erkekler kimi erkeklerden, kimi kadınlar da kimi kadınlardan üstündür. Keza erkeklerin kadınlara nazaran üstün oldukları hususiyetleri olduğu gibi kadınlarında erkeklere nazaran üstün oldukları hususiyetleri vardır. Ancak “insan ve kul” olma noktasında Allah katında yegâne ölçü takvadır. O ki Peygamberin oğlunu cehenneme (Hz. Nûh’un oğlu), Firavunun karısını (Hz. Âsiye) cennete götürecek kadar adil ve hassas bir ölçüdür. Dolayısıyla kadın erkek arasındaki üstünlük de dünyevî bir pozisyon itibariyle, belli bir alana münhasır “göreceli bir üstünlüktür”. Bir örnekle açıklayacak olursak; mesela Allah, Hz. Aişe’yi (r.anha) diriltse ve bugün aramızda bulunsa tartışmasız yeryüzünde yaşayan bütün erkeklerden üstündür, ama herhangi bir caminin mihrabına geçip erkeklere namaz kıldıramaz, hutbe okuyamaz, ümmetin başına geçip halife olamaz. İşte “göreceli üstünlük” şeklinde tabir ettiğimiz durum budur; söz gelimi Hz. Aişe camideki bütün erkeklerden üstün olduğu halde bu üstünlüğü cemaate nazaran üst pozisyonda olan imamlık vazifesini ifaya kifayet etmiyor. Bunun gibi aile içerisinde de kocanın karısına nazaran göreceli bir üstünlüğü vardır. Ve bu görece vasıflar kocayı aile reisliğini ifaya daha elverişli kıldığı için “kavvâm”lık kendisine tevdi edilmiştir.
Aslında reislik/emirlik/liderlik sadece aileye münhasır olmayıp, İslam’ın her alanda vaz ettiği umumi bir kanundur. Şöyle ki; Rasûlullah (s.a.s.) “Üç kişi yolculuğa çıktıkları vakit, aralarından birini emir/başkan seçsinler”[4] buyurmuştur. Bir başka hadisinde ise: “Dünyanın ücra bir köşesinde de olsa, üç kişinin, içlerinden birini kendilerine emir tayin etmeden yaşamaları doğru olmaz”[5] buyurmaktadır. Bunun gibi ailenin de bir reisi olması gerektiğini vaz eden İslâm’dır. Bugün söylendiği gibi ataerkil gelenekle bir ilgisi yoktur. Bilakis geleneğimizi şekillendiren de Allah’ın koyduğu iş bu yasalardır. Nitekim Rasûlullah (s.a.s.) bununla ilgili şöyle buyurmuştur: “Hepiniz birer çobansınız ve hepiniz güttüklerinizden/yönettiklerinizden sorumlusunuz. Devlet başkanı bir çobandır ve yönettiği insanlardan sorumludur. Koca bir çobandır ve o da ev halkından sorumludur. Kadın da kocasının evi ve çocukları üzerinde bir çobandır; o da bunlardan sorumludur…”[6]
İşte ataerkil denilerek sürekli örselenen örf ve geleneğimiz, zikrettiğimiz ayet ve hadislerden teşekkül eden fıkhî hükümlere binaen “kavvâm”lık tabiriyle ailenin reisliğini kocaya tevdi etmiştir.
II) Üstünlüğün Gerekçeleri
Burada “neden kadın değil de erkek” şeklinde bir soru akla gelebilir. Bunun hem insanın fıtratı hem de dünyanın gerçekleriyle alakalı bir durum olduğu açıktır. Yaratılan ilk insan erkektir, Peygamberler erkektir, birkaç istisna dışında tarih boyunca da idare ve komuta makamında bulunanlar hep erkekler olmuştur. Erkek, fizyolojik ve psikolojik olarak kadına göre daha güçlüdür; evi ve aileyi temsilen her türlü zorluğun üstesinden gelmeye daha müsaittir. Bu açıdan üzerinde çokça kelam etmeye ihtiyaç duymamaktadır.
Naslardaki izahına gelince; en-Nisâ Sûresinde geçen ilgili ayette iki gerekçe zikredilmektedir:
a) “…Allah’ın insanlardan bazısını bazısına üstün kılması”
Ayet-i kerimede üstün kılındığı ifade edilenler; akıl,[7] irade, idare, kararlılık, kuvvet vb. vasıfları itibariyle kadınlardan önde olan erkeklerdir ki bu sebeple peygamberlik, devlet başkanlığı, imamlık, hatiplik, müezzinlik, mücahitlik vb. vazifeler erkeklere tevcih edilmiştir.[8] Bu durumda aile reisliğinin de erkeğe tevdi edilmesi bu hikmete uygun görülmektedir.
Ayet-i kerimeyi kadın erkek mukayesesi bağlamında değil de “genel anlamda insanların çeşitli nitelikleri itibariyle birbirlerine üstünlükleri vardır” şeklinde anlayanlar da olmuştur. [9] Nitekim geride de ifade ettiğimiz üzere erkeklerde bulunan bazı meziyetler kadınlarda bulunmadığı gibi kadınlarda bulunan bazı meziyetler de erkeklerde bulunmamaktadır.
Her iki yaklaşım da mana itibariyle aynı noktaya işaret eder ki o da şudur; insanlar arasında her alanda farklı meziyetler bakımından üstünlük farkı olduğu gibi, ailede de reislik vasfını taşımaya elverişli nitelikler erkekte daha fazla bulunduğundan, erkekler “kavvâm”, yani kadınların yöneticisi ve koruyucusudurlar. (Biz ona “yönetmek” ve “sorumlu olmak” dedik, çünkü “sorumlu olmak”, “korumak”la birlikte temsil, te’dîb vb. diğer görevlerini de içine alması bakımından daha uygun olacaktır.)
Burada meseleyi somutlaştırmak adına kadını otomobile, erkeği arazi aracına benzettiğimiz misali hatırlamakta fayda var. Yazının hacmini daha fazla büyütmemek adına misali tekrar zikretmiyoruz, şuradan okuyabilirsiniz.
b) “…mallarından harcama yapmaları”
Müfessirler bu ayeti kerimenin delaletiyle, kadının nafakasının koca üzerine vacip olduğunu ve ilim ehlinin bu konuda icma ettiğini beyan etmişlerdir.[10] Bunun yanı sıra “Onların (anne ve çocuk) normal ölçülerde yiyecek ve giyeceklerini sağlamak da çocuk kendisinden olanın (babanın) borcudur”[11] ayeti de buna delalet etmektedir. Keza Rasûlullah (s.a.s.) de veda hutbesinde “Kadınların sizin üzerinizdeki hakları, örfe göre her türlü (meşru ihtiyaçlarını), yiyecek ve giyeceklerini karşılamanızdır”[12] buyurarak açıkça kadının nafakasından kocayı sorumlu tutmuştur.
Günümüzde bazı modernist ve feminist çevreler artık kadınların da maişetlerini kazanabildiklerini gerekçe göstererek kocanın kavvâm sıfatını tartışmaya açmaktadırlar. Hâlbuki ayeti kerimedeki ifade zamana göre değişen bir durum tespiti olmayıp, dinin kocaya yüklediği bir görevdir. Hem Kur’ân ayetleriyle hem de Efendimizin (s.a.s.) Veda Haccı’nda 124.000 sahâbîye hitaben irat ettiği ve adeta insanlığa bir manifesto niteliği taşıyan Veda Hutbesi’ndeki açık beyanıyla sabit olmuştur. Toplayacak olursak erkeklerin ailede reislik hakkına sahip olmalarının bir sebebi de mallarından bir kısmını mehir ve nafaka olarak hanımlarına harcama sorumluluklarıdır.[13]
Günümüzde Kavvâm Sıfatını Taşıyan Erkek Kalmadı İtirazı
Peygamberimiz (s.a.s.) bir hadisi şerifinde şöyle buyurmuştur: “İslâm garip olarak başladı, başladığı gibi tekrar garipliğe dönecektir; gariplere ne mutlu!”[14] Günümüzde namaz kılanlar, faizden sakınanlar, tesettüre riayet edenler vs. nasıl az ise aile sorumluluklarına riayet edenler de bu oranda azdır. Onun için bu durum bizi ait olduğumuz değerlerden uzaklaşarak çoklara uymaya sevk etmemeli, aksine bizimle aynı anlam değer dünyasına sahip azları aramakta ısrarcı olmalıyız. Ta ki dinin yarısı kabul edilen evliliğimizi dinin tesis ettiği değerler üzerine inşa edebilelim.
Merhûm Elmalılı Hamdi Yazır bu ayetin tefsirinde şöyle bir vurgu yapmaktadır: “Hanımının hakkını ödemeyen, kadın malına göz diken, infak görevini yerine getirmeyen, ailesinin iffet ve namusunu korumayan erkekler racüllerden/tam adamlardan sayılmazlar. Şüphesiz ki bu görevlerini yerine getiren erkeklerin de hâkim olmaları ve hanımlarından itaat ve sadakat beklemeleri meşru haklarıdır.”[15]
Dolayısıyla İslâm’ın erkeği kavvâm sıfatıyla aile reisi olarak tayin etmesi, mahza onun erkek olmasından dolayı olmayıp kendisine yüklediği bir takım sorumlulukları yerine getirmesi kaydıyladır. Biraz sonra hulasa edeceğimiz söz konusu sorumluluklarını yerine getirdikten sonra artık karısının da onun hukukuna riayet etmesi ve aile reisine yakışır bir itaat ve sadakat sergilemesi hakkı olur. Bu rol taksiminde fevkalade insan tabiatına ve hikmete uygun bir nimet külfet dengesinin gözetildiği açıktır.
“Kavvâm” kelimesini “âlâ” harfi cerini göz ardı ederek okuma
Erkeğin sırf erkek olması haysiyetiyle değil kendisine yüklenilen bazı sorumlulukları üstlenmesi sebebiyle kavvâm kılındığını, bunun da hem yöneticiliki hem sorumluluku ihtiva ettiğini geride vurgulamıştık. Ne var ki son zamanlarda “kadın” vurgusuyla öne çıkan bazı çevrelerin “kavvâm” mefhumunu sadece sorumluluka indirgeyip, yöneticilik boyutunun içini boşaltmaya yönelik çıkarımlarda bulunduğunu görüyoruz. Şöyle ki; “kavvâm” kelimesinin “…adaleti titizlikle ayakta tutan (kavvâmîne bi’l-kıst)…”[16] ve “…Allah için hakkı ayakta tutan kimseler olun (kavvâmîne lillâhi şühedâe bi’l-kıst)…”[17] ayetlerindeki kullanımından hareketle “adaleti gözetme” anlamına geldiğini aile reisinin “yetki kullanan ve egemen olan” olmadığı iddia edilmektedir.
Ne yazık ki bu çıkarım ayetin sentaksı dikkate alınmaksızın; cümlenin mefulü (bi’l-kıst/adalet) görmezden gelinerek, aynı mana mücerret “kavvâm” kelimesine yüklemekte ve aynen en-Nisâ 34. ayete taşınmaktadır. Hâlbuki “kavvâm” kelimesi en-Nisâ 34. ayette diğerlerinden farklı olarak “’âlâ” harfi cerri ile birlikte kullanılmakta ve bu da açıkça hâkimiyet/egemenlik anlamına gelmektedir. Evet, müminin hâkimiyeti adaleti gerektirir, “Seyyidu’l-kavmi hâdimuhum; Milletin efendisi onlara hizmet edendir” bunlar doğru ancak; ayeti kerimedeki hâkimiyet vurgusunu giderecek unsurlar değildir. Bir yönetici adil de olsa, yönettiklerine hizmet ediyor da olsa nihayetinde yöneticidir ve bir hâkimiyeti vardır. Dolayısıyla da yönettikleri üzerinde “yetki kullanan ve egemen olandır”.[18] Zira bunlar yöneticilikin tabii unsurlarıdır. Dikkat çekilmek istenen; aile fertlerine karşı adil olmak, zulmetmemek, sorumluluklarının bilincinde olmak, günaha ve harama sevk etmemek vs. ise satırlarımız da sadırlarımız da bu ikazlara yabancı değildir; feminen kaygılarla yapıldığı ayan beyan ortada olan bu gibi çıkarımlara gerek yoktur.
Burada bir şeye dikkatinizi çekmek istiyorum. Bu gibi ayetlerin nefse ağır gelmesindeki en temel amil; kocanın ve babanın canavarlaştırıldığı, kadının kutsandığı günümüz algılarıdır. Bu algılar vakayı zihnimizde hep “zalim koca/baba, mazlum anne” şeklinde kurgulamakta, ayeti kerimenin devamında “nüşûz” diye tabir edilen; “aile sorumluluklarını reddeden, kocasına isyan eden, çocuklarını ihmal eden” kadınların da var olduğu gerçeği gözden kaçırılmaktadır. Bu sebeple de aile reisinin ev halkı üzerinde yerine göre te’dîb ve tedbir vazifesini ifa edeceği bir otoriteye sahip olması kafamızda oturmuyor. Onun için bu gibi hükümleri anlarken sâliha ve nâşize kadınları birbirinden ayırmak, nâşize kadınların da var olduğunu göz önünde bulundurmak gerekir.
Hâsılı kelam, son zamanlarda aile müessesesinin ve buna bağlı olarak da toplumun geldiği noktayı dikkate alarak meseleye objektif bir bakış açısıyla baktığımız zaman İslâm’ın ortaya koymuş olduğu bu ölçülerin ne denli muhteşem olduğu aklıselim her insan tarafından takdir edilecektir…
Sık sık tartışılan ve son derece hassas bir muhtevaya sahip olan en-Nisâ 34. ayetin tamamını izah etmek niyetindeydim; ancak bu platforma göre hacmi çok fazla büyüdüğünden “darb” ve mahiyetini bir başka yazımıza bırakarak bir ayet-i kerimenin mealiyle sözlerimi nihayetlendirmek istiyorum… Selâm, hidayete tabi olanlara…
“Allah’ın sizi birbirinizden üstün kıldığı şeyleri iç çekerek arzu etmeyin. Erkeklerin de kazandıklarından nasipleri var, kadınların da kazandıklarından nasipleri var. Allah’ın lütfundan isteyin; şüphesiz Allah her şeyi bilmektedir.”[19]
[1] 4/en-Nisâ, 34.
[2] 2/el-Bakara, 228.
[3] 49/el-Hucurât, 13.
[4] Ebû Dâvûd, Cihâd 86 (nr: 2608,2609).
[5] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned (Müessesetü’r-risâle, Beyrut, 2001) XI/227 (nr: 6647).
[6] el-Buhârî, İtak 17 (nr: 2554); Müslim, İmare 20 (nr: 4724).
[7] Dini metinlerde geçen bu ve benzeri akıl mukayesesini, erkek aklının kadın aklına nazaran duygu ve hisler tarafından çok daha az manipüle edilmesi şeklinde mütalaa etmek daha anlaşılır ve vakaya mutabık olacaktır. Zira akıl noksanlığı kuldan din mükellefiyetini düşürür; hâlbuki kadınlar ve erkekler aynı hükümlerle mükelleftir. Öyleyse kadınlar hakkında akıl noksanlığına vurgu yapan dini metinlerin kastı akıl noksanlığı olmayıp, geride işaret ettiğimiz bazı amillerce kadrajının daraltılmasıdır. Vallahu ‘âlem… Tafsilat için şu yazımıza bakınız: https://mesutozbilir.com.tr/kadinlarin-akli-ve-dini-eksiktir-mealindeki-hadislere-dair/
[8] ez-Zemahşerî, el-Keşşâf (Dâru’l-hadîs, Kahire, 2012) I/472; Ebussuûd Efendi, İrşâdü’l-akli’s-selîm (İsam, İstanbul, 2021) II/371.
[9] Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kuran Dili (Huzur, İstanbul, 2005) III/83.
[10] el-Cessâs, Ahkâmu’l-Kur’ân (Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, Beyrut, 2020) I/236; el-Mâturîdî, Teʾvîlâtü Ehli’s-sünne (Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, Beyrut, 2005) III/156.
[11] 2/ el-Bakara, 233.
[12] Müslim, Hac 147 (nr: 1218); Ebû Dâvûd, Menâsik 56 (nr: 1905).
[13] el-Cessâs, Ahkâmu’l-Kur’ân (Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, Beyrut, 2020) I/236; ez-Zemahşerî, el-Keşşâf (Dâru’l-hadîs, Kahire, 2012) I/472; İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-azîm (Dâru’l-mârife, Beyrut, 2012) I/503.
[14] Müslim, İmân 232 (145); İbn Mâce, Fiten 15 (nr: 3986).
[15] Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kuran Dili (Huzur, İstanbul, 2005) III/84.
[16] 4/en-Nisâ, 135.
[17] 5/el-Mâide 8.
[18] ez-Zemahşerî, el-Keşşâf (Dâru’l-hadîs, Kahire, 2012) I/472; Ebussuûd Efendi, İrşâdü’l-akli’s-selîm (İsam, İstanbul, 2021) II/371.
[19] en-Nisâ, 32.