İlahiyatçı sıfatıyla ekranlara çıkarılan bazı isimlerin zaman zaman dillendirdiği ve belli çevrelerde alıcı bulan aykırı fetvalardan biri de “Şarap dışındaki alkollü içkilerin sarhoş olmayacak kadar içilmesinin haram olmadığı” iddiasıdır. Ebû Hanîfe’ye nispet edilen ve pek çok klasik kaynağa dayandırılan bu fetvayla alakalı zaman zaman çeşitli sorulara muhatap olmamız sebebiyle gündemimize alarak izah etme ihtiyacı hissettik. Belki İslam Hukuku’nun en karmaşık ve çetrefilli konularından birini izah sadedinde olduğumu belirterek evvela Allah’tan muvaffakiyet sonra da siz okurlarımdan muhtemel hatalarımı mazur görmelerini dilerim.
Hakiki anlamda şarap, Kur’an-ı Kerîm’de “hamr” kelimesiyle ifade edilmiş olup Hanefîlere göre pişmemiş üzüm suyundan yapılan şaraba denilmektedir. Bunun “hamr/şarap” olduğunda, içilmesinin ve satılmasının haramlığında, helal görenin kâfir olacağında ve içenin had cezasına çarptırılacağında âlimlerimiz müttefiktir. (el-Cessâs, Ahkâmu’l-Kur’ân [Dâru’l-kütübi’l-îlmiyye, Beyrut, 2020], II/578) Diğer mezheplere göre hurmadan da bu anlamda şarap yapılmaktadır. Bu noktadaki ihtilafın ve konumuzla doğrudan ilgisi olmayan sair ihtilafların üzerinde durmadan hükmî şarabın izahına geçmek istiyoruz. Zira yazımızın gündemini oluşturan söz konusu fetva, şarap dışındaki bir kısım içeceklerin “hükmen şarap” kapsamına girmesindeki kıstaslar etrafında şekillenmektedir. Dolayısıyla yazımızın hacmini fazlaca büyütmemek adına sadece bu ihtilaf üzerinden değerlendirmemizi sürdüreceğiz.
Şarap (hamr) dışında bir de kuru üzüm, kuru hurma, arpa, darı ve bal gibi maddelerden elde edilen “nebîz/şıra” türleri vardır ki; bunlar da “sarhoş etme” söz konusu olması halinde “hükmen şarap” sayılırlar. Rasûlullah’ın (s.a.s.) “Üzümden de şarap olur, hurmadan da şarap olur, baldan da şarap olur, buğdaydan da şarap olur, arpadan da şarap olur.” (Ebû Dâvûd, Eşribe 4 [r: 3676]) hadisinde bu isimleri ayrıca sayması, bunların hakiki anlamda şaraptan farklı olduğuna delalet eder. Şayet hakiki anlamda şarap kapsamına girseydi ayrıca zikretmeye ihtiyaç duyulmazdı. (es-Sehârenfûrî, Bezlü’l-mechûd, XVI/8.) Tıpkı “Gözlerin zinası bakmak, kulakların zinası dinlemek, dilin zinası konuşmak, elin zinası tutmak, ayakların zinası yürümektir.” (Buhârî, İsti’zân 12 [r: 6243], Kader 9 [r: 6612]; Müslim, Kader 20,21) hadisinde nâmahreme bakmayı, dinlemeyi, konuşmayı zina olarak isimlendirmesi gibi. Nasıl ki bu fiiller hakiki manada zina gibi muamele görmüyorsa hükmen şarap kapsamına giren nebîz türleri de aynı muameleyi görmemektedir.
Nebîzin “hükmen şarap” kapsamına girmesiyle alakalı cumhur ulema (Hanefîlerden İmam Muhammed ve diğer üç mezhep imamı r.h.) “nebîz, sarhoş etme vasfı kazandığı zaman artık hükmen şaraptır ve içmek haramdır” görüşündedir. Ebû Hanîfe ve Ebû Yûsuf ise sarhoş etme vasfı kazanmasını dikkate almaksızın “sarhoş olmayacak kadar içmek mubahtır” görüşündedir. (el-Merğinânî, el-Hidâye [Dârü’d-dekâk-Dâru’l-feyhâ, Beyrut-Dimaşk, 2019], IV/316; İbn Âbidîn, Reddü’l-muḥtâr [Dâru’l-ma‘rife, Beyrut, 2018] X/42)
Buradaki ihtilafı anlamak adına öncelikle konuyla alakalı bize fikir verecek rivayetleri zikrederek o dönemi resmetmeye çalışacağız. Daha sonra her iki tarafın da görüşlerini şekillendiren delillere yer verecek ve nihayetinde meseleyi günümüz açısından değerlendirmeye gayret edeceğiz. Bilindiği üzere Arap toplumunda şarap çok yaygındı ve tedricî olarak üç aşama neticesinde bütünüyle haram kılındı. Nebîz türleri ise hem içecek olarak kullanılmak, hem yiyeceklere katık yapılmak hem de sirkeye dönüştürülmek suretiyle pek çok alanda kullanılan bir yaşam malzemesi olduğundan ve mutlak olarak da sarhoş etmediğinden hakikî şarap gibi muamele görmemiştir. Hatta (teyemmüm ayeti nazil olana kadar) su bulunmadığı zamanlarda nebîz ile abdest dahi alınmaktaydı. (Ebû Dâvûd, Tahâret 41 [r: 84];İbn Mâce, Tahâret 37 [r:384]; eş-Şeybânî, Kitâbu’l-asl [Dârû İbn Hazm, Beyrut, 2012], I/58)
Ne var ki nebîz; hava sıcaklığına, saklandığı kaplara ve beklediği süreye bağlı olarak sertleşir, sarhoş edici bir vasıf kazanırdı. Bundan mütevellit Peygamberimiz (s.a.s.) ilk zamanlar bazı kaplarda nebîz saklamayı yasaklamış: “Hurma kütüğünden oyulmuş kabı, ziftli kabı, kabaktan yapılmış kabı, ağzı kesik küpü (şıra saklamak için) kullanmayı yasaklıyorum. Deri kırbadan için ve (içtikten sonra) ağzını bağlayın.” buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, Eşribe 48 [r: 3693]) Ancak daha sonra Ensâr’ın: “Bu kapları kullanmak bizim için kaçınılmazdır.” demesi üzerine “(Mademki sizin için bu kapları kullanmakta zaruret vardır), o halde kullanabilirsiniz.” buyurmuştur. (Buhârî, Eşribe 8 [r: 5589]) Bu kaplarda nebîz saklamayı yasaklaması hem sarhoş edici vasfın oluşmasında etkili olmalarından hem de tatmadıkça veya koklamadıkça sarhoş edici vasıfta olup olmadığı anlaşılamamasındandır. Deri kırbanın ise şişmesi halinde sarhoş edici vasıf kazandığı anlaşılmaktaydı. Bundan dolayı Rasûlullah (s.a.s.) kırbanın ağzının bağlanmasını emretmiştir. (es-Sehârenfûrî, Bezlü’l-mechûd fî halli Ebî Dâvûd [Dâru’l-kütübi’l-îlmiyye, Beyrut, 2007], XV/18.) Ancak bu tedbir de ifade ettiğimiz gibi mevcut şartlar itibariyle uygulanamamıştır.
Nebîzin sarhoş edici vasıf kazanması, Rasûlullah (s.a.s.) tarafından bu gibi tedbirlerle aşılmaya çalışıldığı gibi günümüz tabiriyle “son tüketim tarihi” koymak suretiyle de bir önlem alınmıştır. “Bizim üzümlerimiz var onları nasıl değerlendirelim?” diye soran sahâbîye: “Onları kurutun; sabah kahvaltıda şırasını çıkarıp akşam yemeğinde için, akşam şırasını çıkarınız sabah kahvaltıda için. Şırayı büyük küplere değil, (ince deriden imal edilmiş) su kırbalarına koyarak saklayınız. Zira vakti biraz geciktiği takdirde sirke olur.” buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, Eşribe 48 [r: 3710]) Yani deri kırbada ağzı bağlı olduğu halde biraz vakti geçecek olursa sirkeye dönüşür; ancak büyük küplerde vakti geçecek olsa şarap halini alacaktır. (es-Sehârenfûrî, Bezlü’l-mechûd fî halli Ebî Dâvûd [Dâru’l-kütübi’l-îlmiyye, Beyrut, 2007], XVI/26.)
Tabi bu tedbirlerin ancak günlük hayatta -o da kısmen- uygulanabilirliği vardı. Seferde, misafirlikte veya başka bir vesileyle ikram edilmesi halinde ancak tatmak veya koklamak suretiyle sarhoş ediciliği tespit edilebiliyordu. Veda haccı sırasında bir adam Rükn’ün yanında bulunan Rasûlullah’a (s.a.s.) bir bardak nebîz ikram etti. Rasûlullah (s.a.s.) bardağı ağzına götürünce sertleştiğini anlayıp geri verdi. Bunun üzerine orada bulunanlardan biri “Ey Allah’ın Rasûlü! Bu haram mıdır?” diye sordu. Rasûlullah (s.a.s.) hemen adamı geri çağırtıp bardağı aldı ve su getirilmesini istedi. Nebîzin içerisine sertliği kırılıncaya kadar su karıştırıp (içti ve) şöyle buyurdu: “Bu kaplarınızda şerbetleriniz gereğinden fazla bekleyip (sarhoş olmaya sebebiyet verecek kadar) sertleşirse; onu su ile kırın/hafifletin!” (Nesâî, Eşribe 48 [r: 5694]; et-Tahâvî, Şerhu Meʿâni’l-âs̱âr, [Dârû İbn Hazm, Beyrut, 2021], VIII/393.)
Bu tablodan anlaşılacağı üzere henüz Efendimiz (s.a.s.) hayattayken dahi nebîzin, hükmî şarap kapsamına girip girmemesinde çok belirgin bir kıstas mevcut değildi. Uygulamaların zamanla değişip tutarsızlık arz etmesi; bu bağlamda varid olan rivayetleri farklılaştırmış, bu da pratikte farklı anlayışların vukuuna sebebiyet vermiştir. Bir defasında Hz. Ömer (r.a.) ile birlikte yolculuk eden oruçlu bir adam iftar ettikten sonra Hz. Ömer’in içinde nebîz bulunan kırbasından içip sarhoş olmuştu. Hz. Ömer kendisine had cezası uygulayınca: “Ben yalnızca senin kırbandan içtim” diye kendisini savunmuş, bunun üzerine Hz. Ömer: “Ben sana içtiğin için değil, sarhoş olduğun için ceza verdim.” demiştir. (İbn Ebî Şeybe, el-Musannef [Dâru künûz-i İşbilya, Riyad, 2015] XV/402; et-Tahâvî, Şerhu Meʿâni’l-âs̱âr, [Dârû İbn Hazm, Beyrut, 2021], VIII/390; ez-Zeylaî, Nasbu’r-Râye [Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, Beyrut, 2010] III/534.)
Yine bir defasında ise Hz. Ömer (r.a.) namazı kıldırdıktan sonra cemaate dönerek: “Oğlum Ubeydullah’tan şarap kokusu aldım, kendisine sordum (kaynatılarak üçte ikisi giderilmiş) tılâ’ içtiğini söyledi, bunu soruşturacağım eğer içmiş olduğu şey sarhoş edici ise ona celde vuracağım.” dedi. Râvî diyor ki: “(Yaptığı tahkikat neticesinde) Ömer’i oğluna seksen celde had cezası vurduğunu gördüm.” (eş-Şeybânî, el-Muvatta [Dâru’l-Kalem, Dımeşk, 2020] s.474; Buhârî, Eşribe 10)
Buradan şunu da anlıyoruz ki; Hz. Ömer tılâ’ı hakiki manada şarap olarak görseydi; oğlunun tılâ’ içtim demesiyle yetinip doğrudan had vurması gerekirdi. Çünkü hakiki şarap sarhoş etsin etmesin her halükârda haramdır ve had gerektirir. Ancak tılâ’ın hakiki manada şarap değil de sarhoşluk veren bir nebîz türü olduğu kanaatinde olacak ki (bkz: eş-Şeybânî, el-Muvatta’ [Dâru’l-Kalem, Dımeşk, 2020], s. 483) sarhoş eden bir kıvamda olup olmadığını tetkik ettikten sonra hükmen şarap kapsamında telakki edip had cezası uygulamıştır.
Buraya kadar yazdıklarımızı kısaca hatırlayacak olursak; iki türlü şarap vardır:
I) Kur’an nassı ile haramlığı sabit olmuş hakiki şarap: Bir kimse bunu bir yudum da içse, sarhoş olmasa da haramdır, had cezası vurulur, helal gören kâfir olur.
II) Cumhûra göre “sarhoş edici vasıf kazanan” Ebû Hanîfe’ye göre “sarhoş edici miktarda içilen” nebîz türleri: Bunlar da hükmen şaraptır, içilmesi haramdır, had cezası gerektirir lakin ihtilafa medar olduğu için helal gören kâfir olmaz.
Bu uzunca girizgâhtan sonra Ebû Hanîfe’nin, Hanefî mezhebinin genel kabulü ve diğer üç mezhebin görüşüyle ihtilaf teşkil eden söz konusu fetvasını değerlendirmeye geçebiliriz. Geride de belirttiğimiz üzere Cumhûr ulema iş bu ikinci grupta yer alan nebîz türlerini de “sarhoş etme vasfı kazandıklarında bir yudum dahi olsa içmek haramdır” görüşündedir. “Çoğu sarhoş eden şeyin azı da haramdır.” (Ebû Dâvûd, Eşribe 5 [r: 3679]; Tirmizî, Eşribe 3 [r: 1865]) “Sarhoş eden her şey haramdır.” (Müslim, Eşribe 73-75 [r:2003]; Tirmizî, Eşribe 1 [r: 1861]; 2 [r: 1863]) hadisleri birer külli kaide olarak merkeze alınmış ve İslam ümmeti bu görüş üzere icma etmiştir. Bugün dahi Hanefî mezhebi dâhil dört mezhebin fetvası bu görüş üzeredir.
Ebû Hanîfe (r.h.) ise: “sarhoş olacak miktarda içmek haramdır” demektedir. Yani; sertleşseler (sarhoş etme vasfı kazansalar) dahi sarhoş olmayacak kadar içmek mubahtır, görüşündedir. (et-Tahâvî, Şerhu Meʿâni’l-âs̱âr, [Dârû İbn Hazm, Beyrut, 2021], VIII/403.) İmam et-Tahâvî Ebû Hanîfe’nin bu görüşüne itiraz sadedinde delil getirilen bazı hadisleri zikrederek şu değerlendirmeyi yapar:
Ebu Bürde babasından, şöyle dediğini rivayet etti: Rasûlullah (s.a.s.) beni ve Muaz’ı Yemen’e gönderdi. Ben: “Sen bizleri halkının şarabı çok olan bir yere gönderiyorsun”, dedim. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.): “İçin fakat sarhoşluk veren bir şey içmeyin, çünkü sarhoşluk veren her şey haramdır.” buyurdu. (Dârimî, Eşribe 8 [r: 2125]; Nesâî, Eşribe 23 [r: 5596]) Rasûlullah’ın (s.a.s.), “İçin fakat sarhoşluk veren bir şey içmeyin” buyurması şuna delalet eder; bu nevi içkilerden sarhoşluk verecek kadarın hükmü, sarhoşluk vermeyecek kadarın hükmünden farklıdır. Bu da “Sarhoşluk veren her şey haramdır” sözünün “sarhoşluk verecek miktarı”nın hakkında olduğunun, o türün aynı/bizzat kendisi hakkında olmadığının delilidir. (et-Tahâvî, Şerhu Meʿâni’l-âs̱âr, [Dârû İbn Hazm, Beyrut, 2021], VIII/396.)
İmam et-Tahâvî’nin buradaki yaklaşımı şudur; şayet sarhoş etme vasfı kazanan nebîzin “ayn”ı haram olsaydı, su ile kırarak da içmek mubah olmazdı, oysaki Rasûlullah (s.a.s.) “sarhoş etme vasfı kazanmış” sert nebîzi su ile kırarak içmiş, içilebileceğini de beyan etmiştir. Öyleyse burada haram olan, vasıf/ayn değil kişinin onu “sarhoş olacak miktarda” içmesidir.
Hanefî fakihlerinden Ebû Bekir el-Cessâs ise şu yorumu yapıyor: “Çoğu sarhoş eden şeyin azı da haramdır.” gibi rivayetlerin manası; (hakiki) şarap dışındaki içeceklerin sarhoşluk vermeleri halinde haram olduğu şeklindedir. Çünkü diğer içeceklerin (hakiki) şarap olmadığını bildiren rivayetler olup bu konuda icma vardır. Nitekim aralarında Hz. Ömer, Abdullah b. Mesud, Ebu Derda, Büreyde ve başkalarının da (Allah hepsinden razı olsun) bulunduğu seleften bir topluluğun sertleşmiş (sarhoş etme vasfı kazanmış) hurma nebîzi içtiklerine dair mütevatir haberler varittir. (el-Cessâs, Ahkâmu’l-Kur’ân [Dâru’l-kütübi’l-îlmiyye, Beyrut, 2020], II/580)
Ebû Hanîfe’nin vardığı neticedeki temel perspektif Hz. Ömer’den İbn Mes’ûd’a (Allah hepsinden razı olsun) ashabın önde gelenlerinin dahi sertleşmiş/sarhoş edici vasıf kazanmış nebîz türlerini içtiklerinin sabit olmasıdır. Zira onun şöyle dediği rivayet edilmektedir: “Bana dünyayı da verseler bunların haram olduklarına dair fetva vermem; çünkü bunun zımnında sahabenin bir kısmını fasıklık ile itham etmek vardır. Ama bana dünyayı da verseler bunları içmem; zira bunları içmekte bir zaruret yoktur.” (İbn Âbidîn, Reddü’l-muḥtâr [Dâru’l-ma‘rife, Beyrut, 2018] X/39; el-Kandehlevî, Evcezü’l-Mesâlik [el-Mektebetü’l-vahîdiyye, Peşâver-Pakistan, t.y.] XV/490)
Dolayısıyla -aşağıda açıklayacağımız üzere- son tahlilde Ebû Hanîfe’nin görüşü de bizim açımızdan diğerlerinden farklı değildir. O sadece, süreci dikkate almak ve sahabenin amelini merkeze koymak suretiyle vakıayı yorumlamıştır. Zira nebîzi hükmen şarap kapsamında değerlendirmek için “sarhoş etme vasfı”nın mı yoksa “sarhoş edecek miktar”ın mı belirleyici olduğu çok açık olmayıp sahabenin bir kısmının da meseleye Ebû Hanîfe gibi baktığı aşikârdır. Diğer imamlarımız ise gelişen süreçten bağımsız olarak varit olan külli kaide niteliğindeki ölçütleri (çoğu sarhoş edenin azı da haramdır) merkeze alarak hüküm vermiştir.
Burada gözden kaçırılmaması gereken çok ince bir nokta vardır ki o da şudur: eğlence ve sefahat maksadıyla üretilmiş hakiki anlamda şarabın dahi haram kılınması tedricen üç aşamada gerçekleştiyse, o dönem için yaşam malzemesi niteliği taşıyan nebîz türlerinin biraz daha geniş bir zaman dilimine yayılarak esnek bir zeminde değerlendirilmesinde şaşılacak bir vaziyet yoktur. İşte geride resmetmeye çalıştığımız bu sürecin zorunlu bir neticesi olarak sahabenin farklı yaklaşımları, nebîz türlerinin hükmen şarap kapsamına sokulmasında tek bir kıstas ortaya koymaya imkân vermemiş ve iki farklı yaklaşım ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla Ebû Hanîfe’nin bu fetvasını henüz taşların yerine oturmadığı sahabe devrine has kılmak, bu içeceklerin bir yaşam malzemesi hüviyeti taşımadığı sonraki dönemler için ise cumhurun görüşünü merkeze almak bizim açımızdan meseleyi fevkalade bir surette çözmektedir.
Burada bir şeyin altını kalın çizgilerle çizmek istiyoruz. Ebû Hanîfe’nin bu görüşü; bugün bizim simit-poğaça veya peynir-ekmeğe katık ettiğimiz çay gibi, yemeği hazmetmek için içtiğimiz soda gibi o toplumun yaşam malzemesi olan; gıda, tedavi vb. saiklerle kullanılan şıra/nebîz türleri hakkındadır. Lehv/eğlence ve tarab/ hüznü hafifletmek veya neşelenmek (Muhtâru’s-Sıhâh, t-r-b) maksadıyla içilmeleri halinde az da olsa Ebû Hanîfe’ye göre de içilmeleri helal olmayıp azı da çoğu da ittifakla haramdır. (el-Merğinânî, el-Hidâye [Dârü’d-dekâk-Dâru’l-feyhâ, Beyrut-Dimaşk, 2019], IV/316; İbn Âbidîn, Reddü’l-muḥtâr [Dâru’l-ma‘rife, Beyrut, 2018] X/39) Bugün Ebû Hanîfe’ye nispet edilen fetvayı temel alsak bile günümüzde “alkollü içkiler” adı altında üretilen; bira, rakı, votka vb. içkileri sarhoş olmayacak kadar içmeyi mubah kılacak bir zemin oluşmamaktadır. Zira bunlar lehv ve tarab maksadıyla üretilmiş olup/içiliyor olup zaten bu fetvanın kapsamı dışındadır. Ve dahi insan için bunları içmekte de ne gıda ne tedavi anlamında herhangi bir zaruret söz konusu olmadığı gibi “bütün kötülüklerin anası” olma misyonunu açık bir biçimde ifa etmekte; her türlü fısk, fücur, cinayet vb. menfur fiillerin baş aktörü olmaktadırlar.
Ebû Hanîfe’nin söz konusu fetvası bugüne taşınacaksa sanayi ve zanaat alanında tinerle, tıp alanında alkolle muhatap olunan durumlar için gündeme getirilebilir. Kapalı alanda uzun süre tabancayla selülozik vernik uygulayan bir boyacı için “sarhoş etme vasfı” değil “sarhoş olmayacak miktarı” dikkate alınır. Zira selülozik vernikte sarhoş etme vasfı bulunduğu ve o havayı teneffüs etmenin sarhoş edeceği açıktır. Dolaysıyla bunda insanlar için bir zaruret var ise zemine uygularken sarhoş olmayacak miktarda teneffüs edilmesinde bir beis yoktur. (Ben 16-17 yaşlarımda iken bu işte çalıştım; kapalı alanda uzun süre çalıştığımız zamanlar tam anlamıyla sarhoş olurduk) Keza tıbbî anlamda kullanılan herhangi bir ilaç, alkollü olması hasebiyle sarhoş etme vasfı taşıyabilir ancak bunu kullanmakta zaruret var ise sarhoş etmeyecek kadarını içmekte beis olmaz denilebilir. Zaten ilaçtaki miktar da (anestezi değilse) sarhoş etmeyecek kadardır. Hayat, önümüzdeki süreçte bunun benzer örneklerini de karşımıza çıkarabilir.
Sonuç olarak örneklerini verdiğimiz üzere insanlar için yaşam malzemesi niteliği taşıyan veya zaruret ifade eden alkollü maddelerin kullanımında (boya, ilaç vb.) Ebû Hanîfe’nin fetvası esastır; ancak “lehv” ve “tarab” yani eğlenme ve hüznü giderme maksadıyla içilen/üretilen içki ve maddelerin kullanımında cumhurun görüşü esastır. Yani çoğu sarhoş edenin azı da haramdır. Öyleyse boyacının teneffüs ettiği tinerin sarhoş etmeyecek kadarı mubah iken, köprü altında tiner çekenin teneffüs ettiği bir nefes dahi haramdır.
Mesele neden bu kadar karışık?
Dini hükümlerin bir kısmı 23 senelik vahiy sürecinde sonuca bağlanmışken, bazısı külli kaideler konularak çok daha uzun bir sürece yayılmıştır. Kölelik/cariyelik ahkâmı bunun tipik bir misalidir. İslam hürriyeti esas alan külli kaideyi koymuş, köle azadını her anlamda teşvik etmiş ama getirdiği hukuki düzenlemelerle birlikte insanlığın ihtiyaç duyduğu müddetçe köle ve cariyelik müessesesine müsaade etmiştir. Neticede kölelik misyonunu yitirince de ortadan kalkmıştır. Dönem insanı için yaşam malzemesi anlamı taşıyan nebîz türleri için müsamahalı davranılmış ama vaz edilen külli kaideler zamanla sarhoş eden her şeye karşı tavır alınmasını, çok zaruri değilse yaşam malzemesi olarak kullanılmamasını temin etmiş ve neticede İslam toplumundan tamamen soyutlanması mümkün olmuştur. Nitekim bu metotla hareket etmeyen Amerika Birleşik Devletleri 1920-1933 yılları arasında uyguladığı alkollü içki yasağını sürdüremediği gibi ağır faturalar ödeyerek geri adım atmak durumunda kalmıştır.
Mesut Özbilir
23 Rebîülâhir 1446 / 26 Ekim 2024 / Cumartesi