Kur’ân ve sünnette sıkça vurgu yapılan “zikir”, ne yazık ki kasıtlı kasıtsız pek çok söylem ve eylemin tesiriyle mahrum olduğumuz ibadetlerden biri haline geldi. Oysa ki Allahu Teala Kur’an-ı Kerim’de: “Ey iman edenler! Allah’ı çokça zikredin. O’nu sabah akşam tesbih edin.” (el-Ahzâb, 41-42) buyurarak “çokça” yapmamız gereken bir iş olduğunu beyan etmiştir. Körlerin fili tarif etmesi gibi herkesin bir yerinden tutup “Zikir budur!” demesi, zikri, hayatımızda “çokça” yapabileceğimiz bir zemine oturtmamıza mani olmuştur. Hatta atadan deden gördüğümüzü de terk etmemize sebebiyet vermiştir. Dolayısıyla Müslümanın hayatında son derece geniş bir alanı ihtiva eden “zikir” meselesini tahlil etmeyi bir zorunluluk gördüm. Zira her geçen gün buhran ve bunalımın daha da fazla arttığı günümüzde, zikre olan ihtiyacımız her zamankinden çok daha fazladır. Nitekim Allahu Teala Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurmuştur: “Bilesiniz ki gönüller ancak Allah’ı zikrederek huzura kavuşur.” (er-Ra’d, 28)
Çoğu kere zikri tarif edenlerin; “zikir tesbihi alıp Allah Allah demek değildir; tartarken doğru tartmak zikirdir, imza atarken neye onay verdiğimizi düşünmek zikirdir, tabiata ibret nazarıyla bakmak zikirdir vb.” şekillerde izahlar yaptıkları görülmektedir. Evet, bunlar da zikirdir/Allah’ı anmaktır; ancak sünnet-i seniyyeye baktığımız zaman zikrin sadece bunlardan ibaret olmadığını görmekteyiz. Zikir tesbihi eline alıp “Allah… Allah…” demektir de!
Maalesef dini meselelerin indirgemeci bir tavırla “yalnızca modern dünyaya izah edebildiğimiz kısmını” almak ve asıl kabul etmek şeklindeki arızalı yaklaşım burada da karışımıza çıkmaktadır. Ne var ki bu minvaldeki yaklaşımlar bir işe yaramadığı gibi toplumumuzdan “yaşanan din”in son kalıntılarını da söküp atmıştır. Binaenaleyh tesbih ile yapılan zikrin, tartarken yapılan zikre mani olmadığını izaha gayret edeceğiz. Tıpkı mezarlıkta okunan Kur’ân’ın, anlamaya ve amel etmeye mani olmadığı gibi!
Lügatte “anmak, hatırlamak” anlamına gelen zikir, dinî ıstılahta “Allah’ı anmak, hatırlamak veya her an hatırda tutmak gibi manaları ihtiva eder. Kalp ve dil ile olmak suretiyle iki şekilde yapılır; kısaca biri anmak, diğeri hatırda tutmaktır.[1]
Zikir, bu manalarının yanı sıra Kur’an-ı Kerim için de kullanılmıştır: “Şüphesiz o Zikr’i (Kur’an’ı) biz indirdik! Onun koruyucusu da elbette biziz.”[2] “İşte bu (Kur’an) da bizim indirdiğimiz mübarek bir zikirdir. Şimdi siz bunu mu inkâr ediyorsunuz?”[3] Dolayısıyla Kur’an-ı Kerîm ile haşır neşir olmak; kıraat, tilavet, tefsir, mukabele vb. aynı zamanda bir zikirdir.
Namaz için kullanılmıştır: “Şüphe yok ki ben Allah’ım. Benden başka hiçbir ilâh yoktur. O hâlde bana ibadet et ve beni anmak (zikretmek) için namaz kıl.”[4]
Âlimler ve bilginleri tavsif için kullanılmıştır: “(Ey Peygamber!) Senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını peygamber olarak göndermedik. Eğer bunu bilmiyorsanız zikir ehline sorun.”[5] Ayeti kerimede geçen “zikir ehli” ile Tevrat ve İncil âlimleri, tarihçiler, ilim adamları ve araştırmacıların kastedildiği beyan edilmektedir.[6]
Zikir, aynı zamanda bir hücum nidası, manevi bir silahtır: “Ey iman edenler, bir düşman topluluğu ile karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allah’ı çokça zikredin ki, kurtuluşa eresiniz.”[7] buyurulmaktadır. Tarih boyunca İslam ordularının “Allah… Allah…” nidalarıyla hücuma kalkmaları iş bu ayetin müjdesine nail olma gayesi taşımaktadır. Bugün de bunun bilincinde olan mücahitlerin Gazze’de bir elinde tüfek bir elinde tesbihle mücadele verdikleri, şehitlerin ceplerinden çıkan üç beş parça eşyadan birinin “günlük dua ve zikirler kitapçığı, tesbih ve zikirmatik” olduğu zaman zaman görsel medyaya yansımaktadır.
Kur’ân-ı Kerîm’de anlatmak, hatırlamak, öğüt vermek, tefekkür etmek, ibret almak, şükretmek, övgü ve senada bulunmak ve daha pek çok anlamda kullanılan “zikir”i biz burada ihmal edilen ve “sürekli hedef alınan” yönüyle ele alacağız. Yani bir köşeye çekilip tesbihi elimize alarak “Allah… Allah…” demenin öneminden bahsedeceğiz.
Allahu Teala Kur’ân-ı Kerîm’de: “Namazı bitirince de ayakta iken, otururken ve yatarken Allah’ı zikredin/anın.”[8] buyurmaktadır. Bu ayeti kerime namazın dışındaki bir zikirden bahsediyor ki o bizim yazımıza konu olan zikirdir. Âlimlerimizin bu nevi zikri dil ile ve kalp ile olmak üzere iki kısma ayırdıklarına işaret etmiştik:
Kalp ile zikir: Allah’ın azameti, yüceliği, kudreti, yarattığı ve meydana getirdiği şeylerdeki varlığının delilleri, mahlûkatı üzerindeki hükmünün ve sanatının güzelliği hakkında tefekkür etmek düşünmektir.
Dil ile zikir ise: Allah’ı dil ile tazim, takdis ve tesbih etmektir.[9]
Zikrin dil ile de yapılacağına delalet eden pek çok hadisi şerif vardır. Onlardan biri şöyledir: Adamın biri Rasûlullah’a (s.a.s.) gelerek: “Ya Rasûlallah, İslâm’ın nafile ibadetleri bana ağır geldi. Bana bir şey öğret ki ona sarılayım.” dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Dilin devamlı olarak Allah’ın zikriyle ıslak kalsın.”[10] Allah Rasûlü (s.a.s.) “Hangi amel daha faziletlidir?” diye soran Muâz b. Cebel’e de aynı cevabı vermiştir.[11]
“TESBİH” KAVRAMI VE ZİKİRDE SAYI TAYİN EDİLMESİ
“Tesbih” hem Kur’ân hem de hadislerde geçip “Allah’ı layık olmadığı şeylerden ve noksan sıfatlardan tenzih etmek”[12] anlamına gelmektedir. Namazların içinde, akabinde veya dua makamında pek çok defa söylediğimiz “sübhânallah / sübhâneke /sübhâne…” zikri ve duası aynı kökten gelip bu tenzihi ifade eder. “Ey iman edenler! Allah’ı çokça zikredin. O’nu sabah akşam tesbih edin.” (el-Ahzâb, 41-42) ayetindeki “tesbih”in tefsirinde de bu mana öne çıkmaktadır.[13] Peygamberimizin (s.a.s.) de “sübhânallah” zikrinin faziletlerine dair pek çok beyanı vardır ki bir kısmına aşağıda yer vereceğiz.
Belli sayıda boncukların ipe dizilmesi suretiyle “tesbih” halini alması da Peygamberimizin bazı zikirler için sayı tayin etmesi neticesinde olmuştur. Bunların en başında şu hadis gelmektedir:
Sahabenin fakirleri Rasûlullah (s.a.s.) gelerek: “Ya Rasûlallah! Varlıklı kimseler yüksek derecelere ve daimi nimetlere nail olmaktadırlar. Onlar da bizim gibi namaz kılıyor, bizim gibi oruç tutuyor (ama bizden fazla olarak) sadaka (zekât veriyor, infak, hayır hasenat yapıyor) ve köle azat ediyorlar. Biz ise bu faziletlerden mahrum kalıyoruz?” dediler.
Rasûlullah (s.a.s.) onları dinledikten sonra şöyle buyurdu: “Size bir şey öğreteyim mi; onunla sizi geçenlere yetişir, sizden sonrakileri geçersiniz; sizin bu amelinizi işleyenlerden başka hiç kimse de sizden daha faziletli olmaz?”
“Evet, Ya Rasûlallah.” dediler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“Her namazdan sonra otuz üç kere ‘sübhânallah’, otuz üç kere ‘elhamdülillah’, otuz üç kere ‘Allahu ekber’ derseniz, tamamı doksan dokuz eder. Yüzüncüde de, ‘Lâ ilahe illallâhu vahdehû lâ şerîke leh, lehu’l-mülkü ve lehu’l-hamdü ve hüve alâ külli şey’in kadîr’ derseniz, deniz köpüğü kadar günahınız da olsa affolunur.”[14]
İşte bugün elimizdeki tesbihleri doksan dokuz -imameyle birlikte yüz- boncuklu ve her otuz üç de bir durak olacak şekilde inşa eden iş bu nebevî müjdedir.[15] Rasûlullah (s.a.s.) pek çok zikir için bu gibi sayılar tayin edince, bu sayılara riayet etme noktasında parmak boğumları kullanılmakla birlikte; sahâbe arasında hurma çekirdekleri, çakıl taşları veya ipe belli sayılarda düğüm atmak suretiyle de sayılar muhafaza edilmeye çalışılmıştır. Bu sayıların yanı sıra kendisine günlük vird tayin edip bunu takip için kullananlar da olmuştur.
Bir defasında Rasûlullah’ın (s.a.s.), hanımı Safiyye’nin yanına girdiğinde önünde tesbih etmek için kullandığı dört bin kadar hurma çekirdeği bulunduğu rivayet edilmektedir.[16] Yine Sa‘d b. Ebî Vakkās’ın rivayet ettiğine göre Allah Rasûlü (s.a.s.) ile birlikte bir kadını ziyarete gittiklerinde, kadının çakıl taşı veya hurma çekirdekleriyle tesbih ettiğini görmüşlerdir.[17] Sa‘d b. Ebî Vakkās’ın da aynı şekilde çakıl taşı ve hurma çekirdeklerini tesbih olarak kullandığı kaynaklarımızda yer almaktadır.[18] Ebû Hureyre’nin ise bir kese içerisine koyduğu belli sayıda çakıl taşı ve hurma çekirdeklerini tesbih için kullandığı, her ‘sübhânallah’ dedikçe içinden bir taş atığı nakledilmektedir.[19]
Bu ve burada zikredemediğimiz pek çok rivayetten açıkça anlaşılıyor ki; tesbih kullanmak suretiyle belli sayılara riayet ederek zikir yapmak, günlük virdler edinmek sahabe arasında yaygın olup Rasulullah (s.a.s.) de pek çok defa buna şahit olduğu halde bundan men etmemiştir. Dolayısıyla da ümmet arasında bu uygulama yaygınlaşarak bize kadar gelmiştir.
Bugün bizler de mutlaka tesbih/zikir ehli olalım. Sünnet-i seniyyede varid olan zikirlerden kendimize virdler edinelim. Her gün namaz haricinde de seccade üzerinde geçirdiğimiz, zikirle meşgul olduğumuz vakitlerimiz olsun. Ekranlardan, ışıklardan, dünyalık hazlardan kopup; telefondan, televizyondan, bilgisayardan uzaklaşıp loş bir mekânın münzevi atmosferinde ruhumuza bir nefes aldıralım. Belki okuyunca kulağa hoş geliyor ama bir iki gün sonra görülecektir ki dünyanın en ağır işlerinden biri halini alacak seccade üzerinde geçirilen şu 30-45 dakikalık süre. İşte nefsimizi dizginlemenin, irademizi terbiye etmenin, ruhumuzu sükûnete erdirmenin en etkili yollarından biri budur. Bugüne kadar gerek Tasavvuf müktesebatımıza dair gerekse psikoloji alanında yaptığım okumalardan ve tecrübelerimden edindiğim intiba şu ki; bedeni ve nefsi sıkıştırmak, ruha ve gönle ferahlık verir. Bu çok açık. Bunun bir tezahürü olarak yoga ve meditasyon kültürü modern dünyanın bunalımlarına karşı bir reçete olarak günümüz insanına takdim edilmektedir. Oysaki itikâfıyla, orucuyla, tefekkürüyle, zikriyle, fikriyle İslâm’ın ortaya koyduğu ve tasavvuf ilmiyle daha sistematik hale getirilen bizim kendi reçetemiz en mükemmel haliyle önümüzde durmaktadır. Günümüzde tasavvufun yegâne temsilcileri olarak görülen bazı tarikat ve mensuplarının sığ yaklaşımları ve hurafelerle harmanladıkları ipe sapa gelmez tavırları bizi yanıltmasın. Keza tasavvufun kavram ve metotlarına vakıf olmayan çevrelerin yorum ve yaklaşımlarını da ciddiye almayalım. Tasavvuf kitaplarını mutlaka bu alana emek vermiş, kendi kavram ve metotlarını bilen hocalarımız riyasetinde/tavsiyesiyle okuyalım. Zira pek çoklarının yaptığı gibi bu kitaplarda yer alan metaforları hakikat, nefis terbiyesine yönelik metot ve eğitimleri ibadet olarak anlayıp hataya düşebiliriz.
Son olarak Peygamberimizin tavsiye ettiği zikirlerden derlediğim ve her biri yüzer defa okunmak suretiyle yaklaşık 30-45 dakikaya tekabül eden bazı zikirlere yer vermek istiyorum:
I. Zikir: “Estağfirullâhe ve etûbu ileyh” (Allah’tan beni bağışlamasını diler, günahlarıma tövbe ederim.)
Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Benim de kalbime gaflet çöktüğü oluyor; ta ki günde yüz defa Allah’a istiğfar ediyorum.”[20]
II. Zikir: “Allâhümme sallî ‘alâ Muhammed” (Allahım! Muhammed’e salât et.)
Rasûlullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur: “Kim bana bir kez salavât okursa; Allah da ona on kez salât eder, on günahını bağışlar ve on derece yükseltir.”[21]
III. Zikir: “Sübḥânallâhi ve bi-ḥamdihî” (Allah’a hamd ederek O’nu noksanlıklardan tenzih ederim)
Rasûlullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur: “Bir kimse günde yüz defa ‘Sübḥânallâhi ve bi-ḥamdihî’ derse, günahları deniz köpüğü kadar çok bile olsa hepsi bağışlanır.”[22]
IV. Zikir: “Lâ ilâhe illâ ente sübḥâneke innî küntü mine’ẓ-ẓâlimîn” (Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Seni noksanlıklardan tenzih ederim. Ben gerçekten (nefsine) zulmedenlerden oldum)
Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Hz. Yûnus’un (a.s.) balığın karnında iken yaptığı dua bu idi. Bir müslüman herhangi bir ihtiyacı hakkında bu duayı okursa, Allah mutlaka onun duasını kabul eder.”[23]
V. Zikir: “Lâ ḥavle ve lâ kuvvete illâ billâh” (Güç ve kuvvet, sadece Allahu Teâlâ’nın yardımıyladır.)
Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Lâ ḥavle ve lâ kuvvete illâ billâh zikrini çokça söyleyin; çünkü o cennetin hazinelerinden bir hazinedir.”[24]
VI. Zikir: “Lâ ilâhe illallâhu vaḥdehû lâ-şerîke leh, lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdü ve hüve ‘alâ külli şeyin kadîr.” (Allah’tan başka ilah yoktur, O tektir, O’nun ortağı yoktur, mülk O’nundur, hamd O’na aittir. O, her şeye gücü yetendir.)
Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Kim, bu zikri günde yüz kere söylerse; on köle azat etmiş gibi ecir kazanır, kendisine yüz hasene/sevap yazılır ve yüz günahı silinir. O gün akşama kadar da onu şeytana karşı muhafaza eder. Bundan daha fazlasını okumayan hiçbir kimse, o adamdan daha faziletli bir amel elde etmiş olamaz.”[25]
Bu zikirleri Telegram kanalımdan ( https://t.me/mesutozbilir24 ) Arapça metinleriyle birlikte A4 boyutunda çıktı alabileceğiniz pdf formatıyla temin edebilirsiniz. Yine konuyla bağlantılı olarak ikinci bölümünde nafile itikâf, tefekkür vb. meselelere değindiğim yazımı da okumanızı tavsiye ederim: https://mesutozbilir.com.tr/islam-ve-ruhbanlik/
“Artık siz beni anın ki ben de sizi anayım. Bana şükredin, bana nankörlük etmeyin!” (el-Bakara, 152)
Mesut Özbilir
14 Şaban 1446 / 13 Şubat 2025
[1] Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “ẕikr” md.
[2] el-Hicr, 9.
[3] Enbiya, 50.
[4] Tâhâ, 14.
[5] en-Nahl, 43.
[6] Ebû’s-Suûd, İrşâdü’l-ʿaḳli’s-selîm ilâ mezâya’l-Kitâbi’l-Kerîm [İsam, İstanbul, 2021], V, 229.
[7] el-Enfâl, 75.
[8] en-Nisâ, 103.
[9] el-Cessâs, Ahkâmu’l-Kur’ân [Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, Beyrut, 2020] II, 332.
[10] et-Tirmizî, Deavât 4 [r: 3375]; İbn Mâce, Edeb 53 [r: 3793].
[11] İbn Abdilber, et-Temhîd [Müessesetü’l-furkân li’t-turâsi’l-İslâmî, Londra, 2017] XVI, 235.
[12] Şeyhulislâm Ebussuûd, İrşâdü’l-ʿaḳli’s-selîm [TDV İSAM, İstanbul, 2021], VII, 63.
[13] ez-Zemahşerî, el-Keşşâf [Dâru’l-Hadîs, Kâhire, 2012], III,502; İbn Âşûr, et-Tahrîr ve’t-tenvîr [Dâru’t-Tûnusiyye li’n-neşr, Tunus, 1984], XXII, 47.
[14] Müslim, Mesâcid 142-146.
[15] Bunu camilerimizde müezzin riyasetinde cemaate talim ettirerek adet haline getiren ecdadımızdan Allah razı olsun. Aksi halde bugün bu da belli cemaatlere münhasır zait bir amel olarak görülecekti.
[16] Tirmizî, Deavât 120 [r: 3554].
[17] Ebû Dâvûd, Salât 357 [r: 1500]; Tirmizî, Deavât 129 [r: 3568].
[18] İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳātü’l-kübrâ [Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, Beyrut, 1990] III, 143; İbn Ebî Şeybe, el-Musannef [Dâru künûz-i İşbilya, Riyad, 2015] V, 149.
[19] İbn Ebî Şeybe, el-Musannef [Dâru künûz-i İşbilya, Riyad, 2015] V, 149.
[20] Müslim, Zikir 41 [r:2702]; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned [thk: Şuayb Arnavud], XXIX, 393.
[21] en-Nesâî, Sehv 55 [r: 1297]; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned [thk: Şuayb Arnavud], XIX, 57.
[22] Buhârî, Deavât 65 [r: 6042]; Müslim, Zikir 28 [r: 2691].
[23] Tirmizî, Deavât 81 [r:3505]; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned [thk: Şuayb Arnavud], III, 66.
[24] Tirmizî, Deavât 146 [r: 3601]; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned [thk: Şuayb Arnavud], XIV, 132.
[25] Buhârî, Daavât 64 [r: 6040], Bed’ü’l-Halk 11 [r: 3119]; Müslim, Zikr 28, [r: 2691]).