Tesadüf ettiğimiz çağ, hayatımızı kolaylaştıracak birçok teknolojik gelişmeyi bizlere sunduğu gibi pek çok manevi bunalımı da beraberinde getirmiştir. Zira insana sınırsız bir özgürlük alanı açmayı hedefleyen modern dünyanın cazibesi, İslam’ın çizmiş olduğu sınırların dar görülmesine ve adeta yıkılması gereken bir duvar gibi telakki edilmesine sebep olmuştur. Hal böyle olunca ölümden sonraki hayatı önceleyen dini hükümlerin; uhrevi düşüncelere söz hakkı tanımayan ve ölmeyecekmiş gibi yaşamayı telkin eden modern dünya ile çatışması kaçınılmaz olmuştur. Günümüz itibariyle de çatışma unsuruna dönüşen bu hükümlerin en başını hiç şüphesiz İslam’ın kadınlara müteallik ahkâmı çekmekte, özellikle de “mahremsiz yolculuğa çıkma yasağı” en önemli misallerinden birini oluşturmaktadır.
Ulaşım vasıtalarının son derece gelişip yaygınlaşması şehirler/ülkeler arası seyahati daha yaygın hale getirmiş ve günümüz insanının daha fazla ve sıklıkla seyahat etmesine olanak sağlamıştır. Bununla beraber kadının sosyal ve kamusal alanda yoğun bir biçimde yer almaya başlaması eğitim, atanma, tayin vb. süreçler sebebiyle daha çok seyahat etmesini gerektirmiş, bu da mahremsiz yolculuk yasağının belli çevrelerde adeta bir rahatsızlığı dönüşmesine sebep olmuştur. Zaten bu meselenin “sorun teşkil etmeye” başlaması da modern kadın tasavvuruyla birlikte tezahür etmiştir. Neticede bu mesele de yeniden masaya yatırılmış ve farklı çevreler tarafından değişik görüşler ortaya konulmuştur.
Öncelikle şunun altını çizmek gerekir ki; zamanımızın bir takım yeni gelişmeleri beraberinde getirdiği inkâr olunamayacak bir gerçektir. Dolayısıyla bütün bunları tek başına modernitenin üstüne yıkarak geçiştirmek niyetinde değiliz; ancak bu meselenin belli çevreler tarafından tırtıklandığına dair tespitlerimizi de ortaya koymakta fayda mülahaza ediyoruz. Elbette bugün tedavi olmak, anne baba ziyareti/bakımı, bir takım resmi/adli işlemler gibi zaruretler ev hanımı bile olsa kadınların farklı şehirlere seyahat etmesini gerektirebiliyor ve kendisine refakat edecek mahrem noktasında –maddi manevi sebeplerden ötürü- büyük bir meşakkatle karşı karşıya kalınabiliyor. Somut bir misal verecek olursak; dul bir kadın tedavi maksadıyla uçakla Bayburt’tan İstanbul’a gidecek olsa, oğlunun biri Bayburt’tan uçağa bindirse, diğeri de İstanbul’da havalimanından alsa, uçak parasını bile zor temin eden insanlar için mahrem sıfatıyla ona eşlik etmek, beraber İstanbul’a gidip geri dönmek ciddi anlamda bir meşakkat oluşturmakta ve insanımızı zor duruma sokabilmektedir.
İşte bu bahsi masaya yatırmamızın sebebi bir takım zaruretleri yok saymak olmayıp, meseleye ilmi ve fıkhi ölçüler çerçevesinde bakılması gerektiğine dikkat çekmektir. Ne yazık ki kendini mezhepler üstü ya da müstakil bir mezhep olarak gören bazı kişi ve kurumlar bir takım zannî çıkarımlara gitmekte ve intişar ettirdikleri vehimlerle kadının mahremsiz yolculuk yapmasını nehyeden bu hadislerin ve hükümlerin tamamen yok sayılmasına, sanki aykırı ve uç bir görüşmüş gibi belli çevrelere münhasır kılınmasına sebebiyet vermiştir. Hâlbuki unutulmaya başlayan ve halkın önemli bir kısmı tarafından da hiç bilinmeyen mahremsiz yolculuk hükümleri, kadının madden ve manen en fazla tehdit altında olduğu günümüzde son derece ehemmiyet arz etmektedir. Mahremsiz yolculuk meselesini sadece güvenlik tedbirine hamletsek bile kadınların sokak ortasında samuray kılıcıyla kesildiği,[1] kaçırılıp taşla başının ezildiği, türlü türlü alçaklıklara maruz kaldığı şu günlerde bütün bunları birer istisna kabul ederek görmezden gelmek mutedil bir tavır olmasa gerek. Aile gözetiminden uzak bir şekilde farklı şehirlerde yaşayan, kızlı erkekli kafeteryalarda gezip dolaşan hatta aynı evi paylaşan üniversiteli gençler de meselenin gözden kaçırılan ayrı bir boyutunu teşkil etmektedir. Bu hüküm her ne kadar yol için cari olsa da bir mahremin o şehre birlikte gidip gelmesi, ikamet ettiği ortamı, yaşadığı çevreyi, şehrin artı ve eksilerini görmesi oldukça önemli bir ayrıntıdır. Zira kızlı erkekli evler tutup birlikte yaşayan gençlerin ailelerinden neredeyse hiç birinin bu durum hakkında bilgisi bulunmamaktadır. Belki bunlar bir kısım çevrelerce normal karşılanabilir; ancak aklı başında bir Müslüman açısından hiçbir şekilde kabulü mümkün değildir. Burada belki şöyle bir itiraz gelebilir; bahsettiğiniz durumlar sadece kızlar için mi sorun oluşturmaktadır, erkekler için de dinî ve ahlakî bir sorun değil mi bu? Elbette bunlar her iki taraf için de kabul edilebilir şeyler değildir; ancak bahsi geçen mahremsiz yolculuğa çıkma yasağı dinen kadınlara münhasır bir yasak olması hasebiyle kadınlara bakan yönüyle değerlendirmek durumundayız. Zira 16 yaşında bir delikanlı için de çölde tek başına yolculuk yapmak risk oluşturmaktadır; ancak yanında mahrem bulundurma emri kadınlara yönelik gelmiştir. Aslında bu bile mahrem şartının sadece güvenlik tedbiriyle gerekçelendirilemeyeceğini göstermektedir. Öyle olsa kadına mahrem şartı getirmek yerine, herkes için yanında güvenli bir refakatçı bulundurma şartı getirilirdi.
Kadınların Mahremsiz Yolculuk Yapmasını Yasaklayan Hadislerin Tahlili
Kadınların yanlarında mahremleri bulunmaksızın belli mesafelere yolculuk edemeyeceklerine dair yasağın temeli Ebu Hureyre, İbn Abbâs, İbn Ömer ve Ebu Saîd el-Hûdrî (r.anhum) tarafından Peygamberimizden (s.a.s.) rivayet edilen şu hadisi şeriflere dayanır:
“Allah’a ve ahiret gününe inanan bir kadının, yanında bir mahremi bulunmaksızın bir gün bir gecelik (iki gün iki gecelik veya üç gün üç gecelik mesafeye) yolculuğa çıkması helâl değildir.”[2]
Mahrem, fıkhi bir ıstılah olarak evlenilmesi haram olan akrabaları ifade eder; baba, kardeşler, kardeş çocukları, oğullar, amcalar, dayılar, dedeler gibi. Aralarında dinen evlenme yasağı bulunmayan yani mahrem olmayanları ifade etmek için de “nâmahrem”[3] ifadesi kullanılır. Amca/dayı/teyze/hala çocukları, enişteler, kayınlar gibi akrabalar mahrem olmayan yani nâmahrem akrabalardır.
Bu hadisi şerif lafızlarında farklılık olmakla birlikte pek çok farklı tarikten sahih olarak rivayet edilmiştir. Varyantlarında “bir günlük, iki günlük, üç günlük” gibi farklı mesafe/zaman taksimleri yapılmıştır;[4] ancak Hanefî mezhebimiz sahabeden nakledilen rivayetlerin tamamında “üç günlük” ifadesinin bulunması ve bunun bir tevatür oluşturması sebebiyle “üç gün üç gecelik mesafe ve üzerini” esas almış ve “kadının mahremsiz olarak” üç gün üç gece ve daha fazla süren bir mesafeye yolculuk yapmasına cevaz vermemişlerdir.[5] Bu mesafe bugün aşağı yukarı 90 km. ve üzeri olarak tespit edilen ve genel kanaati oluşturan mesafedir. Aynı şekilde Hanefî ve Hanbelî imamları “mahrem”i kadın için haccın vücub şartı olarak kabul etmişler ve mahremi olmayan kadının hac için yolculuğa çıkmasını da caiz görmemişlerdir.[6] Fakat Şafii ve Maliki mezhebi güvenilir kadınlardan oluşan bir kafileyle olmak ve kocasının da izni olmak şartıyla kadının mahremsiz olarak farz olan hac ve umre yolculuğuna çıkmasına cevaz vermişlerdir.[7]
Bu hadisi şerifte çok önemli iki vurguya dikkat çekmemiz gerekmektedir: birincisi; “Allah’a ve ahiret gününe inanan bir kadın” ikincisi ise; “helâl değildir.” Rivayetlerin önemli bir kısmında yer alan bu ifadeler mahremsiz yolculuk yasağının tavsiye kabilinden çok öte bir anlam taşıdığını açık bir biçimde ortaya koymaktadır. Ez-Zürkânî’ye göre burada meseleyi imana bağlamasının sebebi haramlığı vurgulamak içindir. Çünkü “haram olmak”; bir kadın mahremsiz yolculuğa çıktığı zaman, Allah’a ve ahirete iman şartına, aykırı hareket ettiğini çağrıştırır. Yoksa buradaki Allah’a ahirete iman vurgusu bazılarının dediği gibi gayr-i müslim kadınları hitabın dışına çıkarmak için değildir.[8]
Peygamberimiz (s.a.s.)’in sair olaylardaki tavrı da bu beyanıyla tamamen örtüşmektedir. Nitekim İbn Abbas’dan (r.a.) rivayet edildiğine göre Rasulullah (s.a.s.) bir defasında vaaz verirken şöyle buyurdular:
“Bir erkek, yanında mahremi olmayan kadınla yalnız kalmasın; hiçbir kadın da yanında mahremi bulunmaksızın yolculuğa çıkmasın.” Bunu duyan bir sahabe ayağa kalktı ve: “Ya Rasulellah! Ben gazaya/savaşa gitmek için kayıt yaptırmıştım, hanımım ise hac yapmak üzere yola çıkmış bulunmaktadır” dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.s.): “Git ve hanımınla beraber hac yap” buyurdu.[9]
Kaynaklarda ne bu kadının ve kocasının kim olduğuna dair ne de hac yolculuğuna ne şekilde çıktığına dair bir malumata rastlamadık. Ancak şunu belirtmek gerekir ki; bir kadının çöl şartlarında 450 km’lik bir mesafeyi tek başına kat ederek Medine’den Mekke’ye gitmesi ve kocasının da onu yalnız başına göndermesi ihtimal dâhilinde görünmemektedir. Şu halde bir hac kafilesine katılmak suretiyle yolculuğa çıktığını söylemek daha yerinde olacaktır. Nitekim hac farizasının belli bir zaman dilimi içerisinde yapılıyor olması ve (bugün de dâhil) hacca kafileler halinde gidiliyor olması söz konusu kadının bir başına değil, hac için Mekke’ye giden bir kafileye katılarak yola çıktığını göstermektedir. Ama buna rağmen Efendimiz (s.a.s.) kocasını da ardından göndermiştir.
Netice olarak Peygamberimiz (s.a.s.)’in gerek geride bir kısmını zikrettiğimiz beyanları gerekse uygulamaları -hac dâhil- kadının yanında mahremi bulunmaksızın yolculuğa çıkmasının caiz olmadığını kat’i bir biçimde ifade etmektedir. Şu halde bunun aksine beyanda bulunanların dayanağı nedir biraz da onun üzerinde duralım.
Sahabeden Adiyy b. Hâtim (r.a.) şöyle anlatıyor: Ben Peygamber’in (s.a.s.) yanında bulunduğum sırada bir adam gelip fakirlikten şikâyet etti. Daha sonra başka bir adam geldi ve o da yol kesen (eşkıyalardan) şikâyet etti. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.s.): “Ey Adiy! Sen Hîre şehrini gördün mü?” dedi. Ben: “Orayı görmedim; ancak oradan haberim var” dedim. Bu defa Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurdular: “Eğer ömrün uzun olursa muhakkak hevdeci[10] içinde yolculuk eden kadının Hîre’den çıkıp Allah’tan başka hiç kimseden korkmayarak (Mekke’ye gelip) Kâbe’yi tavaf edeceğini göreceksin.” Ben buna taaccüp ederek kendi kendime: “Şehirlerde fitne ve fesat ateşini tutuşturan Tay kabilesinin eşkıyaları nerede olacak ki (kadın tek başına yolculuk edecek)” diye düşünürken Peygamber (s.a.s.) sözüne devam ederek: “Şayet ömrün uzun olursa (göreceksin ki), Kisra’nın hazineleri muhakkak fetholunacaktır.” buyurdu. Ben: “Kisra b. Hürmüz’ün hazineleri mi?” Dedim, Peygamber (s.a.s.) şöyle devam etti: “(Evet) Kisra b. Hürmüz’ün. Eğer senin ömrün uzun olursa, muhakkak avuç dolusu altın yahut gümüşü çıkarıp da sadaka vermek isteyecek; fakat bunu kabul edecek birini bulamayacak olan kimseyi de göreceksin… (Peygamberimiz burada ileride vuku bulacak olan başka şeyleri de saymıştır. Daha sonra) Adiyy şöyle demiştir: (Ömrüm kifayet etti ve) ben Hîre’den hevdeci içinde yolculuğa çıkıp, Allah’tan başka hiç kimseden korkmayarak (Mekke’ye gelip) Kâbe’yi tavaf eden kadını gördüm. Yine kendim Kisra b. Hürmüz’ün hazinelerini fetheden ordunun içinde bulundum. Şayet ömrünüz uzun olursa, muhakkak sizler de Peygamber (s.a.s.)’in buyurduğu gibi avuç dolusu altını sadaka olarak verecek olan kimseleri göreceksiniz.”[11]
Bugün modern ulaşım araçlarıyla kadınların mahremsiz olarak yolculuk yapabileceklerine dair görüş beyan edenlerin temel dayanakları bu rivayettir. Ancak şunu ifade etmemiz gerekir ki bu rivayet kadının mahremsiz yolculuğa çıkamayacağına dair geride zikrettiğimiz sübutu ve delaleti kat’i hadislerin hükmünü nesh etmek şöyle dursun, tahsis ve takyit etmeye bile salahiyetli değildir. Bu iddiamızı ispat sadedinde pek çok şey söyleyebiliriz:
I. Bu rivayet ileride “bir kadının yalnız başına yolculuk yapabileceği kadar” emniyetli bir ortamın sağlanacağını haber vermektedir; ancak böyle bir yolculuğun cevazına ve tasvip edildiğine dair en ufak bir ima dahi ihtiva etmemektedir.[12] Nitekim el-Buhârî bu rivayete kitabının “Menakıb” bölümünün “İslam’da peygamberliğin alametleri” babında yer vermiştir. Bu da hadisi şerifi Peygamberimizin (s.a.s.) bir mucizesi olarak gelecekten haber vermesi şeklinde mülahaza ettiğine delalet eder. Zira Peygamberimizin (s.a.s.) gelecekten haber verdiği bu gibi rivayetler pek çoktur. Eğer bu gibi rivayetlerden cevaz veya meşruiyet çıkarmaya kalkarsak şu zikredeceğim hadisi şeriflerden de cevaz/meşruiyet çıkarmamız gerekecektir:
- Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurdular: “Sizler, kendinizden önce geçen milletlerin (Yahudi ve Hristiyanların) yolunu karış karış, arşın arşın takip edeceksiniz, şayet onlar bir kertenkele deliğine girseler, siz de muhakkak (onlara uyarak) o deliğe gireceksiniz.”[13]
Mesela bu rivayetten hareketle Yahudi ve Hristiyanların peşine takılıp her yaptıklarını yapmak caizdir diyebilir miyiz?
- Başka bir hadisi şerifte ise şöyle buyurulmaktadır: “İnsanlar üzerine bir zaman gelecek ki, (o devirde yaşayan) kişi kazandığı malı halelden mi, yoksa haramdan mı elde ettiğine hiç aldırmayacak.”[14]
Veya bu hadisten yola çıkarak “helal haram ver Allah’ım, senin kulun yer Allah’ım” anlayışına cevaz verebilir miyiz?
- Yine başka bir hadisi şerifte de: “İnsan, başka birinin kabrinin yanından geçerken ‘Keşke şu ölünün yerinde ben olsaydım’ diye ölümü temenni etmedikçe kıyamet kopmaz”[15] buyurulmuştur.
İslam’da ölümü temenni etmek yasaklandığı halde kıyamete yakın -bela ve fitnelerin ölümden şiddetli bir hale gelmesinden ötürü- insanların ölümü temenni etmeye başlayacaklarını haber veren bu hadisi şerife istinaden de ölümü temenni etmenin cevazına dair hüküm çıkarabilir miyiz? Elbette hayır.
Bu misallerin daha onlarcasını saymak mümkündür. Efendimiz (s.a.s.) ileride meydana gelecek birçok olayla alakalı bu tür gaybi bilgiler vermiştir. Fakat bunlar o olayın vukuuna, yani ilerde yaşanacağına delalet eder, cevazına ve meşruiyetine değil. Hîre hadisindeki durum da bundan ibarettir.
II. Tek başına olmak yanında mahremi olmamayı değil kafileye katılmaksızın münferiden seyahat etmeyi ifade eder. Zira yanında 15 yaşında oğlu veya 90 yaşında babası olan bir kadının mahremi vardır, 30 kişilik güvenli bir kafileyle hareket eden kadının mahremi yoktur. Dolayısıyla hadiste; kadının “yanında mahremi olmadan” değil “kafileye katılmadan” tek başına yolculuk ettiğinin vurgulandığını söylemek daha yerinde olacaktır. Çünkü 15 yaşındaki oğul da mahremdir, 90 yaşındaki dede de. Siz de takdir edersiniz ki her ikisi de çölde yolculuk yapan bir kadının yolculuğunu dinen meşru hale getirir; ancak güvenli hale getirmez. Kendisi himmete muhtaç bir dede, nerde kaldı gayrıya himmet ede. Dolayısıyla mahrem meselesinin mahza güvenlikle açıklanmaya çalışılması son derece sathi bir bakış açısıdır. Çöl şartlarında yolculuk eden bir kadından bahsediyorsak yanında sadece bir mahremi olması güvenliği sağlayabilecek bir faktör değildir. Bu yüzden hadisi şerifi “yanında mahremi olmayan bir kadın” şeklinde değil, “kafileye katılmayan yalnız bir kadın” şeklinde anlamak daha doğru olacaktır.
III. Hîre günümüzde Irak’ın Necef iline bağlı bir kazaya tekabül etmektedir ve Mekke’ye takriben 1700 km. mesafededir. Bir kadının o günün şartlarında tek başına bu mesafeyi kat etmesi neresinden bakarsak bakalım istisnai bir durumdur. Zira 1700 km. süren bir yolda güvenliği tehdit eden tek unsur Kisra yönetimi ve Tay kabilesinin eşkıyaları olmasa gerektir. Nitekim hadisin bazı varyantlarında “…koyunları hakkında kurttan başka hiçbir şeyden korkmadan seyahat edecek”[16] ziyadesi yer alırken, bazı varyantlarında da “en fazla korktuğu şey bineğinin çalınması olacaktır”[17] ifadeleri yer almaktadır. Dolayısıyla 1700 km’lik mesafenin bir kadın için “her açıdan” güvenli bir seyahat imkânı sunduğunu söylemek de mümkün değildir. Evet, istisnai bir durum olarak sözü edilen kadın bu mesafeyi kat ederek Mekke’ye ulaşmıştır; lakin bu yolculuğun bugünün şartlarında bile mutedil bir yanının olmadığı açıktır. Mesela bugün İngiltere’den, Almanya’dan bisikletine binen kadın erkek turistler binlerce km. pedal çevirerek Türkiye’nin ta doğu vilayetlerine kadar turistik seyahatler yapmaktadırlar. Şimdi bu gibi absürt seyahatlerin meydana geliyor olmasından yola çıkarak bunu herkes için standart bir yolculuk çerçevesinde değerlendirebilir miyiz? Dolayısıyla Peygamberimiz (s.a.s.)’in hadisi şerifte verdiği örnek uç bir örnektir ve Kisra saltanatının yıkılıp, Tay kabilesinin oluşturduğu tehditlerin ortadan kalkacağına vurgu yapmaktadır; yoksa böyle bir yolculuğun olağan olduğuna değil! Nitekim yine Adiyy b. Hatim’in rivayet ettiği benzer bir hadisi şerifin bağlamı da bu manayı destekler niteliktedir. Peygamberimiz (s.a.s.) akşam namazını kıldırdıktan sonra mescide gelen fakirlere yardım hususunda bir nasihatte bulundu ve şöyle buyurdu: “Her biriniz yarım hurmayla da olsa kendisini ateşten korusun. Şayet bunu da bulamaz ise güzel söz söylesin. Ben sizin için yoksulluktan endişe etmiyorum. Allah size her şeyi veren ve yardım edendir. Hatta (öyle imkânlar verecek ki) bir kadın Hîre – Medîne arası bir mesafeyi kendi başına kat edecek ve en fazla korktuğu şey bineğinin çalınması olacaktır.”[18] Rivayetlerdeki farklı ifadeleri bir araya getirerek fotoğrafa baktığımızda Efendimizin (s.a.s.) Müslümanlar açısından maddi ve manevi anlamda bir refah ortamının yaklaştığına dikkat çektiği açık olup, “kadının mahremsiz yolculuk yapmasına” ima yoluyla da olsa bir atıfta bulunmadığı ortadadır. Binaen aleyh buradan hareketle kadının mahremsiz yolculuk yapmasına bir cevaz çıkarmak söz konusu değildir.
IV. Bazı âlimler Hîre hadisinde bahsi geçen kadının kâfirlerin elinde esirken kurtularak küfür diyarından İslam diyarına gitmesi kabilinden zorunlu bir mazeret sebebiyle bu yolculuğa çıktığını ve bu gibi durumlarda da mahremin şart olmadığını söylemişlerdir.[19]
Sonuç:
Bugün modern dünyaya ayak uydurabilmek maksadıyla “kadınların mahremsiz yolculuk yapma yasağını” tamamen tedavülden kaldırmak niyetinde olan bazı çevreler sıklıkla Hîre hadisini dillendirmektedir. Farklı varyantlarıyla birlikte ele alınarak incelediğinde bu hadisin iddia edildiği gibi kadının mahremsiz olarak seferi mesafeye yolculuk yapmasına cevaz veren bir muhteva içermediği görülmektedir. Delillerini geride zikrettiğimiz üzere ülkemizin kahir ekseriyetini oluşturan Hanefî mezhebi fukahası kadının mahremsiz olarak seferi mesafeye (90 km. ve üzeri) yolculuk yapmasını “ittifakla” helal görmemiştir. Dört mezhep açısından baksak bile durum yine bundan çok farklı değildir, sadece Şafiî ve Malikî fakihler hac farizası için güvenilir kadınlardan oluşan bir kafileyle mahrem olmaksızın hacca gidilebileceğini söylemişlerdir. Bugün mahremsiz yolculuk yasağını salt güvenlikle gerekçelendiren ve gelişen ulaşım vasıtalarıyla güvenlik sorununun, dolayısıyla da mahremsiz yolculuk yapma yasağının ortadan kalktığını söyleyenler varsa da; ifade ettiğimiz gibi bu zanna dayanan bir ta’lillendirme/ gerekçelendirme olup kendi şahsi çıkarımlarıdır. Bizler nasıl ki bütün ibadetlerimizi ve dini hayatımızı Hanefi mezhebi üzerine bina ediyorsak bu meselede de aynı şekilde hareket etmek durumundayız.
Ne var ki günümüzde bazı zaruri durumlar söz konusu olabilmekte ve kadınlar o an için kendisine refakat edebilecek bir mahrem bulamayabilmektedir. Bu takdirde “belirli şartlar çerçevesinde” buna “ruhsat” veren âlimlerin fetvalarıyla amel edilebilir; canını, malını, namusunu, dinini tehlikeye atmayacak şekilde uygun vasıtalarla yolculuk yapabilirler. Bir mahremi tarafından uçak, otobüs veya trene bindirilip karşı tarafta da yine bir mahremi tarafından karşılanmak suretiyle bugün buna “ruhsat” verenler vardır. Lakin bu yazımızın temelini oluşturduğu üzere Hîre hadisi öne sürülerek ucu açık bir biçimde kadınların mahremsiz yolculuk yapma yasağını tamamen yürürlükten kaldırmak şeklinde bir yaklaşım asla kabul edilemez.
Mahremsiz yolculuk yasağının hikmetlerinden biri güvenlik olabilir; ancak bu, ne yegâne hikmetidir denilebilir, ne de kat’i olarak bu yasağın illetidir denilebilir.
Bu meyanda yapılan yorumların zanna dayanan çıkarımlar olduğu göz önünde bulundurulmalı ve kat’i hüküm ifade eden naslar bırakılarak bu tür yorumlara tutunmanın samimi bir din anlayışıyla bağdaşmayacağı göz ardı edilmemelidir. Vallahu âlem…
Mesut ÖZBİLİR
Kemah – 27/09/2022
[1] https://www.trthaber.com/haber/turkiye/samuray-kiliciyla-oldurulen-kadin-egitim-icin-istanbula-gitmis-624603.html
[2] El-Buhârî, Taksîru’s-Salat 4 (1088); Müslim, Hac 421 (3268); vd.
[3] Nâ- Farsçada bir olumsuzluk/yoksunluk eki olup başına geldiği kelimeyi olumsuz yapar. Nâ-mert (mert olmayan), Nâ-çar(e) (çaresiz), Nâ-hak (haksız), Nâ-hoş (hoş olmayan çirkin) gibi “nâ-mahrem” de mahrem olmayan anlamında bir terkiptir.
[4] Âlimler, Peygamberimizin (s.a.s.) beyanlarının soru soran kişiye ve sorulduğu beldeye göre değiştiğini ifade etmişlerdir. Bkz: ez-Zürkanî, Şerhu’z-Zürkanî ale’l-Muvatta’ (Daru’l-Hadis, Kahire, 2010): IV/529.
[5] Et-Tahâvî, Şerhu Meâni’l-Âsâr (Dâr İbn-Hazm, Beyrut, 2021): IV/426; Et-Tehânevî, İ’lâü’s-Sünen (İdaret’l-Kur’an ve’l-ûlumi’l-İslâmiyye, Karaçi, H.1437): X/11.
[6] Et-Tahâvî, Şerhu Meâni’l-Âsâr: IV/426; El-Cessâs, Ahkâmu’l-Kur’an: II/32; İbn Abdi’l-Ber, et-Temhid (Thk: Mustafa b. Ahmed el-Ûlvî-Muhammed Abdu’l-Kebîr el-Bekrî, H.1387): XXI/50.
[7] İbn Abdi’l-Ber, et-Temhid: XXI/50; el-Kandehlevî, Evcezü’l-Mesalik ila Muvatta-i Malik (Nşr. Takiyyüddin en-Nedvî, el-Mektebetü’l-Vahîdiyye, Peşaver):VIII/647.
[8] ez-Zürkanî, Şerhu’z-Zürkanî ale’l-Muvatta’: IV/529
[9] El-Buhârî, Cihad ve Siyer 140 (3006); 181 (3061); Nikâh 111 (5233); Müslim, Hac 424 (3272); vd.
[10] Hadisi şerifin metninde geçen ” الظَّعِينَةِ/ez-Zaîne” ifadesi hevdec (kadınların binmesi için devenin sırtına konulan üstü kubbeli bir çeşit mahfe) içinde devesiyle yolculuk eden kadın anlamına gelmektedir. Kadının ” الظَّعِينَةِ/ez-Zaîne” şeklinde isimlendirilmesi mecazdır; ancak bu mecaz o kadar şöhret bulmuştur ki asli manasından daha yaygın hale gelmiştir. Bkz: en-Nevevî, el-Minhac: IX/44.
[11] El-Buhârî, Menakıb 25 (3595); el-Müsned: XXX/196 (18260); vd.
[12] Ebû Yaʿla el-Ferrâʾ, et-Taʿlîḳâtu’l-Kebîre, II, 516; İbn Ḳudâme el-Maḳdisî, el-Muğnî, III, 230; el-Âynî, el-Binaye Şerhu’l-Hidaye (Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 2000): IV/152; el-Kandehlevî, Evcezü’l-Mesalik ilâ Muvatta’i Malik: VIII/647.
[13] el-Buhârî, Enbiya 50 (34560); Müslim, İlim 6 (6781).
[14] el-Buhârî, Buyû 7 (2059).
[15] el-Buhârî, Fiten 22 (7115); Müslim, Fiten 53 (7301).
[16] Et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr (Mektebetü İbn Teymiyye, Kahire, 1983): XVII/77.
[17] Et-Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’an 2 (3186); el-Müsned: XXXII/123 (19381); Et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr: XVII/98.
[18] Et-Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’an 2 (3186); el-Müsned: XXXII/123 (19381); Et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr: XVII/98.
[19] ez-Zeylaʿî, Tebyînu’l-Ḥaḳâîḳ (Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 2010): II/241; İbn Ḳudâme el-Maḳdisî, el-Muğnî (Mektebetu’l-Ḳahire, 1388/1968): III/230; ʿAlîyyul-Ḳârî, Mirḳâtu’l-Mefâtîḥ: V/429.