Sık sık tartışma konusu olan bir başka mesele de kadının ilk yaratılışı ve bu bağlamda varid olan “kaburga kemiğinden yaratıldığı”na dair hadislerdir. Bunun son zamanlarda tartışmaya mahal olmasının sebebi; ilgili hadislerden yola çıkılarak kadının erkeğe nazaran daha değersiz olduğu çıkarımı yapılması ve nasların zahiri terk edilerek bir takım yeni yorumlara gidilmesidir. Kimisi ilgili hadislerin İsrailiyat menşeli, yani Yahudi Hristiyan literatüründen kaynaklarımıza dâhil olduğunu iddia ederken, kimisi hadislerin sıhhatini tartışmaya açarak deyim yerindeyse bu rivayetlerden kurtulmak istemektedirler. Her ne kadar “kaburga kemiğinden yaratılma” kısmı öne sürülse de esasında üzerinde ittifak edilen kısımlar da kimilerinde rahatsızlık husule getirmektedir.
Mevzuyu izaha geçmeden önce önemli bir noktayı vurgulamak istiyorum; bilindiği üzere İslam’da kul olmak haysiyetiyle üstünlük ancak ve ancak takva iledir.[1] Hiçbir ırk, renk, cinsiyet, makam, mevki, şöhret, servet Allah indinde bir kıymeti haiz değildir. O, ne suretlere ne de şekillere bakar; yalnızca kalplere ve amellere bakar.[2] Kullarının değerini de ancak ve ancak buna göre takdir eder. Dolayısıyla izahı sadedinde bulunduğumuz hadislerin her ne şekilde anlaşılırsa anlaşılsın kadın erkek arasında bir üstünlük kıstası olamayacağını baştan belirtmiş olalım.
Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Kadınlara iyi davranmanızı tavsiye ediyorum. Zira kadın kaburga kemiğinden yaratılmıştır. /Kaburga kemiği gibidir./ Eğri kemiği doğrultmaya kalkarsan kırarsın. Kendi hâline bırakırsan yine eğri kalır. /Eğer ondan faydalanmak istersen bu hâliyle de faydalanabilirsin./ Öyleyse kadınlar hakkındaki tavsiyemi tutunuz.”
Bu hadisi şerifi sahabe tabakasından Hz. Âişe, Ebû Hureyre, Ebû Zer ve Semüre b. Cündeb (r. anhüm) Peygamberimizden rivayet etmiş olup sahih senetlerle bize ulaşmıştır. Ancak lafızlarında bir takım farklılıklar bulunmaktadır. Hadisin bazı vecihlerinde “kadın kaburga kemiğinden yaratılmıştır”[3] ifadesi geçerken bazılarında “kadın kaburga kemiği gibidir”[4] ifadesi geçmektedir. Her biri aynı kaynaklarda hatta aynı senetle dahi rivayet edildiği için birini diğerine tercih etmekte de çok belirgin bir karine saptanamamaktadır. Onun için öncelikle cumhur ulemanın görüşünü nakledip, daha sonra da günümüzde yapılan bazı yorumlara değineceğiz.
Allahu Teâlâ insanın yaratılışını Nisâ sûresinde şöyle anlatmaktadır: “Ey insanlar! Sizi ‘bir tek nefisten’ yaratan ve ‘ondan da eşini’ yaratan, ‘ikisinden’ birçok erkek ve kadın üretip yayan rabbinize itaatsizlikten sakının.”[5]
Ayeti kerimenin mealinde “bir tek nefis” şeklinde tercüme edilen kısmın Arapça aslı “nefs-i vâhide”dir. Lügat olarak “can, canlı, kendi, kişi, şahıs” gibi anlamlara gelen “nefs” Kur’an-ı Kerîm’de yetmiş küsur defa geçmekte ve “mükellef bir can” kastedilmektedir. Ayet bağlamlarının neredeyse tamamında hesapla ve sorumlulukla alakalandırılan “nefs”, meallerde çoğu kere tercüme dahi edilmediği halde halk arasında rahatlıkla anlaşılmaktadır. Mesela: “Her nefis ölümü tadacaktır. /Allah hiçbir nefse gücünün yetmeyeceği yük yüklemez / Her nefis yarına ne hazırladığına baksın.” gibi.
Allahu Teâlâ evvel emirde bütün insanları yaratmaya “tek bir nefis”ten başlamıştır, yani ilk olarak topraktan Âdem’i (a.s.) yaratmış, daha sonra “ondan da eşini yaratmış ve o ikisinden pek çok erkek ve kadın vücuda getirmiştir.”[6] Şimdi burada Âdem’in (a.s.) topraktan yaratıldığını kesin ve kati olarak biliyoruz. Havva’ya (a.s.) gelince; ya o da topraktan yaratılmıştır diyeceğiz (Fahreddin er-Râzî bu yorumu yapar)[7] ya da Havva (a.s.), Âdem’in (a.s.) cüzünden yaratılmıştır (ki o cüz de Âdem’in (a.s.) kaburga kemiğindendir) diyeceğiz.
Bazı istisnalar dışında müfessirler ayetin zahirine de muvafık olan bu yaklaşımı tercih etmişlerdir.[8] Yani Âdem’in (a.s.) topraktan yaratıldığı, Havva’nın (a.s.) da onun kaburga kemiğinden yaratıldığı ve o ikisinden insan neslinin çoğaldığı genel kabulü oluşturmaktadır. Bizim kanaatimiz de bu yöndedir. Zira Havva’nın (a.s.) da topraktan yaratıldığına dair herhangi bir haber varid olmadığı gibi (naslarda sadece Âdem’in (a.s.) topraktan yaratıldığına vurgu yapılır) bunu kabul etmemiz halinde ise bütün insanların “iki nefis”ten yaratılması söz konusu olacağından ayet-i kerimede geçen “tek bir nefis” vurgusu ile tenakuz oluşmuş olacaktır. Dolayısıyla bu yorum kabule şayan görülmemektedir.
Burada konuyla alakalı çok önemli bir noktaya temas etmek istiyorum. Tevrat ve İncil’de de insanın ve dahi kadının yaratılışı yaklaşık olarak bu şekilde anlatılmaktadır.[9] Bu bilgilerin önemli bir kısmı -ilk insanın Âdem olması, topraktan yaratılması vb.- Kur’an-ı Kerîm’de de geçtiği halde İslâm’a, Tevrat ve İncil’den girdiği bir takım batılı yazarlar tarafından dile getirilmektedir. Ne yazık ki bu gibi iddiaları batı akademisinin üçüncü sınıf kaynaklarından alarak ilgili hadislerin de İsrailiyat kaynaklı olduğunu savunanlar görmekteyiz. Şunu açıklıkla söyleyelim ki –ister benzetme ister yaratma bağlamında olsun- “kaburga kemiği” ifadesini dört sahâbî Peygamberimizden işittiğini söylemiş ve bu bize sahih olarak ulaşmıştır. Kadının yaratılışı bağlamında Tevrat’ta da zikredilen “kaburga kemiği” bütün rivayetlerde ortaktır ve bu ifadeyi Allah Rasûlü’nün kullanması her halükârda bu bilginin doğru olduğunu ifade eder. Şayet hadislerde geçen “kadın kaburga kemiğinden yaratılmıştır” lafzı -sahâbînin manen rivayeti kaynaklı olmayıp- Peygamberimize aitse Tevrat’taki ifadenin de vahiy mahsulü olduğu ortaya çıkar. Yok “kadın kaburga kemiği gibidir” lafzı doğru ise Rasûlullah’ın (s.a.s.) bu benzetmeyi yapmasının tek bir izahı olabilir; o da Medine’de Yahudi nüfusu kaynaklı olarak Tevrat’taki yaratılış hikâyesinin biliniyor ve konuşuluyor oluşudur. Bir Peygamberin Tevrat’ta ki “kaburga kemiği” anlatısına atıf yaparak benzetme yapması ancak ve ancak buna işaret eder.
Batılı yazarların bu gibi hezeyanlar savurması anlaşılabilir; ancak Peygamberin Tevrat ve İncil’den intihal yaptığını ihsas eden bu gibi yaklaşımları Müslümanların dillendirmesi son derece talihsizdir. Zira batılılar “ilk insanın Âdem olması, topraktan yaratılması, vb.” bilgileri de Hz. Muhammed’in (s.a.s.) bu kaynaklardan aldığı iddiasındadırlar. (Haşa) Oysaki Tevrat ve İncil tahrif edilmekle birlikte aslı vahye dayanmaktadır ve Kur’an-ı Kerîm’le pek çok ortak yönü vardır. En azından İslam geldiğinde böyle olduğunu kesin olarak biliyoruz. “Senden önce de ancak kendilerine vahyettiğimiz birtakım erkekleri peygamber gönderdik. Eğer bilmiyorsanız zikir ehline/ilim sahiplerine sorun.”[10] ayetinde kastedilen Yahudi ve Hristiyan alimlerdir. Kuran inerken bile bu kaynaklara atıf yapıyorsa olur olmaz her bilginin bu kaynaklardan İslam’a girdiğini söylemek ancak bilgisizlikle izah edilebilir. Bu konuyu Dini Hayatımızı Manipüle Eden Sloganlar (s.71-82) kitabımızda genişçe kaleme aldığımız için tafsilatı oraya havale ediyoruz. Kısacası dört sahâbî tarafından nakledilen ve Peygamberimize aidiyetinde hiçbir şüphe bulunmayan “kaburga kemiği” ifadesinin İsrailiyattan kaynaklarımıza geçtiğini söylemek mümkün değildir. Belki “yaratılış bağlamı özelinde” söylenebilir ki bizce bu da isabetli değildir. Efendimizin “eğri hurma dalı”[11] yerine “kaburga kemiği”ne benzetmesi açık bir biçimde Tevrat’taki bu ifadelere atıftır ve zımnen bu bilgiyi teyid etmektedir. Tabi kaburga kemiğinden yaratılmış olmak, kaburga kemiğinden alınan bir hücre, bir gen veya bir ilik vasıtasıyla olabilir; keyfiyetini ve en doğrusunu Allah bilir.
Öyle görülüyor ki bu meselenin ülkemizde tartışmaya açılması da batıda Tevrat’a yönelik yapılan tenkitlerin Türkçe’ye tercüme edilmesinden ibaret taklit mahsulü bir yaklaşımdır. Zira bizim kaynaklarımızda ve toplumumuzda bunun kadın erkek arasında bir üstünlük kıstası olarak görülmediği, ilgili hadisler vaazlarda ancak “kadınlara nezaket ve hoşgörüyle davranılması gerektiği” bağlamında anlatıldığı hepimizin malumudur. Nitekim İmam Buhârî de es-Sahîh‘inde bu hadisi bu başlık altında (Bâbu’l-müdârâti meâ’n-nisâ) ele almıştır.
Cumhur ulemanın görüşünü beyan ettikten sonra, son zamanlarda daha çok dillendirilen yaklaşıma gelince; ilgili hadisin “kadın kaburga kemiği gibidir”[12] lafzıyla varid olan varyantı tercih edilmekte ve Havva’nın (a.s.) da Âdem (a.s.) ile aynı şeyden -yani topraktan- yaratıldığı kabul edilmektedir. Bazıları ise ayeti kerimede geçen “nefs” ifadesine hücre, atom, çekirdek gibi “madde”yi çağrıştıran manalar vermektedir ki Kur’ân ve sünnette bunun herhangi bir dayanağı yoktur. Geride de ifade ettiğimiz gibi “nefs” Kur’an-ı Kerîm’de yetmiş küsur defa geçmekte ve “mükellef bir can” kastedilmektedir.
Bunun dışında bir de son zamanlarda yaygınlaşan “ikisini aynı özden yarattı” söylemi dikkatimizi çekmektedir ki açıkçası bunun naslarda neye tekabül ettiğini bilmiyoruz. Âdem’in (a.s.) topraktan yaratıldığını kesin olarak bildiğimize göre “Her ikisini de topraktan yarattı” demekten sarfı nazar ederek böyle muğlak bir ifade tercih edilmesini anlamış değiliz. Muhtemelen toprağa atfen her ikisi de özünde topraktır denilmek isteniyordur.
Bu konuda nasların zahirinin ve genel kabulün dışına çıkılarak farklı yorumlara müracaat edilmesinin sebebi, kadının bu şekilde yaratılmış olmasında, kadın-erkek eşitliğine halel getirecek bir manzara telakki edilmesidir. Sözüm ona Havva’nın (a.s.), Âdem’in (a.s.) cüzünden yaratılmış olması bir eksiklik ve değersizlik ifadesi olarak görülmektedir. Hâlbuki Kur’an-ı Kerîm böyle bir yaklaşımın İblis’in düştüğü büyük bir hata olduğuna dikkat çekmektedir. Kendisine, Âdem’e secde etmesi emredildiğinde “Ben ondan daha üstünüm; çünkü beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın”[13] diyerek secde etmemiş ve huzurdan kovulmuştur. Üstünlüğü yaratılış madde ve şekline indirgemek İblis’i böyle bir sona sevk etmiştir. Zira bunlar Allah indinde bir üstünlük sebebi değildir. İşte benzer bir hata burada da karşımıza çıkmaktadır. Kadının/Havva’nın, Âdem’in kemiğinden, iliğinden yahut müstakil olarak topraktan yaratılması arasında bir fark yoktur. Allah bunları bir üstünlük sebebi olarak kabul etmiyor ki. Kaldı ki her insan birey olarak meniden vücuda gelmiyor mu? Ana rahmine düşüş şekli de, daha sonra oradan dünyaya doğuş şekli de üzerine çok büyük hikâyeler yazılacak şeyler olmasa gerek! Öyleyse buradan bir meziyet telakki etmenin nasıl bir mantıklı izahı olabilir?
İkinci bir şey hadisin “kadının kaburga kemiğinden yaratıldığını” beyan eden vecihlerinin üstünü çizsek ve teşbih ifade eden “kadın kaburga kemiği gibidir” vecihlerini esas alsak dahi (kadın kaburga kemiği gibi eğridir, düzeltmeye zorlarsanız kırarsınız. Öyleyse eğri olarak kabul edin) bu haliyle belli çevreler razı olacaklar mıdır? Zira bu kısmı bütün vecihlerde sabit olup Rasûlullah’a (s.a.s.) aidiyetinde de hiçbir şüphe yoktur. Şu halde günümüz normlarına teslim olup alınganlık göstermek yerine bu hadis-i şerifin asıl vermek istediği mesaja dikkat kesilelim;
Hepimiz bizzat kendimizden bileceğimiz üzere aslında eğrilik insana mahsustur. Her insanda kronik veya genetik diyebileceğimiz düzelmesi pek de mümkün olmayan kusur ve noksanlıklar vardır. Yani eğrilikler vardır. Buna itiraz edecek kimse de yoktur. Lakin bu hadiste mahza “kadının eğriliğine” dikkat çekilmesinin sebebini -Allahu ‘âlem- iki şekilde anlamak mümkündür:
I) Resûlullah’ın (s.a.s.) o esnada erkeklere hitap ediyor olması.
II) Erkeklerin bedenen düzeltme “gücüne”, aile reisi olarak de yetkisine sahip olmaları.
Şimdi bu öncülleri dikkate alarak hadisi tekrar hatırlayalım: “Kadınlara iyi davranmanızı tavsiye ediyorum. Zira kadın kaburga kemiğinden yaratılmıştır /Kaburga kemiği gibidir. Eğri kemiği doğrultmaya kalkarsan kırarsın. Kendi hâline bırakırsan, yine eğri kalır. /Eğer ondan faydalanmak istersen bu hâliyle de faydalanabilirsin./ Öyleyse kadınlar hakkındaki tavsiyemi tutunuz.” Yani güç ve yetkiniz var diye her eğriliği düzelteceğiniz, her şeyi yoluna koyacağınız zannına kapılmayınız! Evet, gücünüz eğri bir kemiği düzeltmeye yeter lakin kemik güç ile düzelecek bir şey değildir, kırılıverir.
Efendimizin bu noktada erkeklere hitaben başka bir ikazları da vardır: “Bir kimse karısına kin beslemesin. Onun bir huyunu beğenmezse, bir başka huyunu beğenir.”[14]
Yine başka bir hadisi şerif ise şöyledir: Bir sefer esnasında Rasûlullah’ın (s.a.s.) hanımlarının bindiği develeri süren Enceşe ismindeki hizmetçi bir ara develeri hızlandırınca Efendimiz hanımları kastederek: “Yavaş ol Ey Enceşe! Camları kırmayasın!” buyurdu.[15]
Görüldüğü üzere Peygamberimiz (s.a.s.) kadınların hassas ve narin yaratılışlarını her zaman gözetmiş ve çeşitli benzetmeler yaparak onlara karşı kaba ve sert davranılmamasını öğütlemiştir. Mevzuu bahis olan hadiste de yine doğrudan erkeklere hitap etmekte ve kadınların üzerine varmamaları, bazı kusur ve noksanlıklarını hoş görmeleri hususunda ikaz etmektedir. Zira geride de belirttiğimiz gibi güç ve yetki sahibi olarak bu ikazın muhatabı erkekler olmalıdır. Çünkü kadın ne güç bakımından ne de yetki bakımından kocasını düzeltmeye muktedir değildir. Dolayısıyla buradan erkekler doğru da kadınlar eğri veya erkekler kusursuz da kadınlar kusurlu anlamında bir mana çıkarmak doğru değildir. Zira anne babalar da her zaman yaşları birbirine yakın iki kardeşten büyük olana ikaz ve nasihatte bulunurlar. Bu tavır, aralarında bir ayrım yaptıklarından değildir; büyüğün güçlü olmasından ve kardeşine karşı güç kullanmaya meyilli olmasındandır.
Hâsılı kelam günümüz normlarını esas alarak dini nasları anlamaya çalışmak tutarsız ve çarpık bir din anlayışından başka bir şey sunmaz bize. Unutmamak gerekir ki ne bazı hadisleri inkâr etmenin, ne de ayetleri (mahza günümüz normlarını merkeze alarak) tevil etmenin sonu yoktur. Herhangi bir sorunu da çözmekten uzaktır. Mevzumuz üzerinden örnek verirsek; her halükarda ilk insan erkektir, ilk peygamber erkektir, bütün peygamberler erkektir, halife ve imamlar erkektir, birkaç istisna dışında tarih boyunca idare ve komuta makamında bulunanlar da hep erkekler olmuştur. Dolayısıyla küresel hegemonyanın türedi eşitlik anlayışını esas alan bir insanın neredeyse dini toptan reddetmedikten sonra inkârla teville bir yere varması mümkün değildir.
Onun için insan inancında tutarlı olmalıdır, anlamayabildiği kadar anlamaya çalışmalı, anlayamadığı yerde tevakkuf etmelidir. Yani yorumsuz kalıp, doğrusunu Allah bilir demelidir.
“Ey insanlar! Şüphesiz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık, tanışasınız diye sizi kavim ve kabilelere ayırdık, Allah katında en değerli olanınız O’na itaatsizlikten en fazla sakınanınızdır. Allah her şeyi hakkıyla bilmektedir, her şeyden haberdardır.”
Mesut Özbilir
14 Recep 1446 / 14 Ocak 2025 /Salı
[1] el-Hucurât, 13.
[2] Müslim, Birr 34.
[3] el-Müsned, XXXIII/283; ed-Dârimî, Nikâh 35 [r: 2250]; el-Buhârî, Enbiyâ 1 [r: 3331]; Müslim, Radâ’ 61,62.
[4] el-Müsned, XV/361;366; XXXV/359; XLIII/395; ed-Dârimî, Nikâh 35 [r: 2251]; el-Buhârî, Nikâh 79 [r: 5184]; Müslim, Radâ’ 60 [r: 1468].
[5] en-Nisâ 1.
[6] en-Nisâ, 1.
[7] Fahreddin er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr [Dâru İhyâi’t-Turasi’l-Arabî, Beyrut, H.1420] IX/478.
[8] et-Taberî, Câmiʿu’l-beyân [Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, Beyrut, 2005] III/565; ez-Zemahşerî, el-Keşşâf [Dâru’l-Hadîs, Kâhire, 2012] I/439; el-Âlûsî, Rûhu’l-Meânî [Dâru’l-Hadîs, Kâhire, 2005] IV/541.
[9] Doç. Dr. Asife ÜNAL, Yahudi Geleneğinde Kadının Yaratılışı ve Lilit Efsanesi, Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017, cilt: XVII, sayı: 2, s. 103-115.
[10] Enbiyâ, 7.
[11] Yasin, 39.
[12] el-Müsned, XV/361;366; XXXV/359; XLIII/395; ed-Dârimî, Nikâh 35 [r: 2251]; el-Buhârî, Nikâh 79 [r: 5184]; Müslim, Radâ’ 60 [r: 1468].
[13] el-A’râf, 12.
[14] Müslim, Radâ 61 [r: 1469].
[15] Buhârî, Edeb, 90 [r:6149]; 95 [r: 6161]; Müslim, Fedâil 70 [r:2323].