“Evleneceğimiz kişiye geçmişteki hatalarımızı anlatmalı mıyız?” Evlilikle alakalı bize yöneltilen sorulardan biri de budur. Tabi burada “geçmişteki hatalar”la kastedilen başta zina ve zinaya götüren flört tarzı ilişkilerden irtikâp edilen günahlardır. Hepimizin malumudur ki zinayı yasaklayan ilgili ayette “Zina etmeyin” değil de “Zinaya yaklaşmayın” buyurulmaktadır. Bu, zinaya götürme ihtimali bulunan; buluşma, baş başa kalma, dokunma, öpme vb. her türlü davranışın da zina kapsamında günah olduğu anlamına gelir. Nitekim Rasûlullah (s.a.s.) de bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmuştur:
“Hiç şüphe yok ki Allah, âdemoğlunun zinadan nasibini yazmıştır. Buna erişecektir. Gözlerin zinası bakmak, kulakların zinası dinlemek, dilin zinası konuşmak, elin zinası tutmak, ayağın zinası da yürümektir. Kalp heves eder, temenni eder. Tenasül uzvu bunu tasdik eder veya yalanlar.”[1]
Ne yazık ki günümüzde kız erkek karışık devam eden özellikle lise ve üniversite eğitimi insanın karşı cinse en ilgi duyduğu zamanları ihtiva etmesi hasebiyle, zinayı ve zinaya götüren ilişkileri de son derece olağan hale getirmiştir. Hele de ailesinden uzak şehirlerde üniversite okuyan gençler arasında son derece talihsiz hatalar işlenmektedir. “Şeytanın sağdan yaklaşması” diye tabir ettiğimiz: “nasıl olsa evleneceğiz/ciddi düşünüyoruz” gibi saiklerle kurulan duygusal münasebetler çoğu kere dramlara sahne olmaktadır.
Hal böyle olunca da birçok gencimiz gerçek manada evlilik yoluna bir hayli bagaj ve kabarık faturayla birlikte girebilmektedir. İşte bu noktada tereddütte kalanlar, vicdan azabı duyanlar veya “Acaba ilerde karşıma çıkar mı?” endişesi taşıyanlar bu geçmişi evleneceği kişiye açıp açmama noktasında sorular sormaktalar. Bu sebeple meseleyi gündemime almış oldum.
Konuyla ilgili asrısaadetten nakledilen hadiselerden biri şöyledir: Bir adam Rasûlullah’ın (s.a.s.) huzuruna gelerek zina ettiğini itiraf etti. Efendimiz (s.a.s.) Nur Sûresi’nin 2. ayeti uyarınca adama yüz sopa vurdurduktan sonra minbere çıktı ve insanlara şöyle hitap etti: “Ey İnsanlar! Allah’ın takdir ettiği cezalardan uzaklaşma zamanı geldi! Artık kim şu çirkin işlerden birini yaparsa, Allah’ın gizlediğini o da gizlesin! Kim de gizli olanı (günahını) bize açarsa, Allah’ın kitabındaki hükmü tatbik ederiz.”[2] Rivayetin bazı varyantlarında “Tövbe etsin ve gizlesin”[3] ifadesi yer almaktadır.
Benzer rivayetlerin bir kısmında Efendimiz (s.a.s.) itirafçı olan şahıstan yüz çevirerek onu konuşturmaktan ve dinlemekten sarfı nazar ederken,[4] bir kısmında ise “Bu günahını gizleseydin senin için daha hayırlı olurdu”[5] buyurmuştur. Yine başka bir hadis-i şeriflerinde ise şöyle buyurmuştur:
“Günahı alenî işleyenler hariç ümmetimin hepsi affa mazhar olacaktır. Kişinin gece işlediği kötü bir ameli Allah örtmüştür. Ama sabah olunca o: ‘Ey falan, bu gece ben şu şu işleri yaptım!’ der. Böylece o, geceleyin Allah kendini örtmüş olduğu halde, sabahleyin, üzerindeki Allah’ın örtüsünü açar. İşte bu, günahı alenî işlemenin bir çeşididir.”[6]
Konumuzla doğrudan ilgili olarak şu vakayı da zikretmek istiyoruz:
Bir adam Hz. Ömer’in (r.a.) yanına gelerek şöyle dedi: “Benim kızım İslam’ın ceza gerektiren fiillerinden birini işledi (zinaya düştü) ve bundan dolayı damarlarını keserek intihara teşebbüs etti. Durumu fark ettiğimde bazı damarlarını kesmişti, müdahale ettim ve onu iyileştirdim. Kızım bu hadiseden sonra Kur’an’a yöneldi ve takva üzere bir hayat sürmeye başladı. Şimdi ise kızımla evlenmek isteyen biri var ve ben bu durumu ona anlatmayı düşünüyorum (ne dersiniz)?” Hz. Ömer (r.a.) şöyle cevap verdi: “Allah’ın örttüğü şeyi sen mi açığa vuracaksın? Allah’a yemin ederim ki, böyle bir şey yaparsan (bu durumdan söz edersen) seni cezalandırırım. Git ve kızını iffetli bir Müslüman kadın gibi evlendir.”[7]
Burada zikrettiğimiz ve pek çoğuna da yer veremediğimiz bütün bu rivayetlerden açıkça ortaya çıkıyor ki İslam’ın bu konuda beklediği tavır net olarak; işlenen bir günahı Allah örtmüş aşikâr etmemişse, kişinin de onu açığa vurmayıp gizlemesi ve bu günahından ötürü tövbe etmesidir. “Günahından tövbe eden sanki o günahı hiç işlememiş gibidir”[8] hadisi-i şerifi de buna işaret etmektedir. Âlimlerimiz de ilgili rivayetlerden yola çıkarak; “Had cezası gerektiren günahlardan birini işleyen kişiye bunu gizlemesi ve tövbe etmesi vaciptir”[9] demişlerdir.
Dolayısıyla kişi gerek evlilik görüşmesinde gerek başka vesilelerle günahlarını anlatmamalıdır. Hele ki tövbe edip terk ettiği günahlarını asla söz konusu etmemelidir. (Tabi başkasının hakkına taalluk eden hırsızlık, gasp, zimmete geçirme gibi günahlar hak sahibine hakkını teslim etmeyi veya bir şekilde helalleşmeyi gerektirdiği için bundan müstesnadır.)
Ancak burada günümüz itibariyle öne çıkan bazı noktalara dikkat çekeceğiz:
I. Söz konusu kişi öncelikle bu günahını terk etmiş ve tevbe etmiş olmalıdır. Bu gibi ilişkileri yaşam biçimi haline getirenler iffetli bir insan izlenimi oluşturarak bir başka iffetli insanın hayatına girmemelidir. Nitekim Kuran-ı Kerim’de “Kötü kadınlar, kötü erkeklere; kötü erkekler de kötü kadınlara; temiz kadınlar temiz erkeklere, temiz erkekler de temiz kadınlara layıktır…”[10] buyurulmaktadır.
II. Tevbe edilip perde çekilmiş olsa bile günümüzde görüntü kayıtlarının yaygınlığı göz önünde bulundurulmalı, sosyal medyada mutluluk pozları paylaşılmış ve çok ortalığa düşmüş izahı zor bir vaziyet var ise şu halde o günahın “örtülü” olduğu tartışmalı hale gelmiş olacağından kişi hesabını kendisi yapmalıdır. Nitekim zaman zaman sosyal medyada paylaşılan nişan fotoğraflarının yorum kısmına derhal o kişinin geçmiş defterlerini döken birilerinin çıktığını görmekteyiz. Onun için bugün yarın karşımıza çıkacağını ve bizi zor duruma düşüreceğini ön gördüğümüz bir durum varsa evleneceğimiz kişiyle paylaşılması hususu tekrar gözden geçirilmelidir.
III. Bu konu bazıları tarafından da şu şekliyle soruluyor: “Hocam ben otuz yaşıma yaklaştım ne elime birinin eli değdi, ne de birisiyle bir masada baş başa oturdum, dolayısıyla evleneceğim kişiden de aynı vasıfta olmasını bekliyorum. Şu halde evleneceğim kişiye geçmişini sormam doğru olur mu?” Böyle bir suale hakkınız olmakla beraber sorunuzun cevabı muhatabınızın durumuna göre değişir. Mesela sizi her açıdan tatmin eden, dini ve ahlakıyla tebarüz etmiş birine sormamak daha uygundur. Keza kesinlikle vazgeçemeyeceğiniz ve evlenmekte kararlı olduğunuz birine de kesinlikle sormamak gerekir. Çünkü alacağınız cevap sürekli sizi kemiren bir vesvese olmaktan başka işe yaramayacak.
IV. Yaşadığımız çağı göz önünde bulundurarak yıllarca kız erkek karışık okullarda okumuş insanlara bu konuda çok fazla soru sorma taraftarı olmayalım. Zira bu bataklıktan çamura bulaşmadan çıkan çok az kimse vardır. Hele de bu bataklıktan nasibimizi almışsak ve sağımıza solumuza çamur bulaşmışsa başkalarına bu konuda soru sormaya da hakkımız olmasa gerekir.
V. Eğer sorulursa olan bir şeyi gizlemek adına inkâr edebilir miyiz? Yalan söylememek ve kabaca şöyle cevap vermek gerekir: “Toy ve cahil zamanlarımda hatalarım oldu, ben tövbe ettim, Allah da günahımı örttü. Allah’ın ve benim kapattığım bir dosyayla ilgilenmemenizi, ilgileniyorsanız nasibinizi başka yerde aramanızı tavsiye ederim.”
VI. Birçok gencimiz zinanın yağmur gibi yağdığı bir çağda kendisine kucak açanlardan yüz çevirerek, sabretmiş ve mahremini mahremine saklamıştır. Dolayısıyla bu noktada hassasiyet taşıyanılar için en uygun olan, daha ilk aşamada “Benim elime namahrem eli değmedi veya bekâretimi yalnızca eşime sakladım; ancak da benim gibi olan biriyle evlenmek istiyorum” diyerek baştan çizgiyi çekmektir. Daha sonraya bu gibi soruları bırakmak her açıdan uygun değildir.
Evet, eksik bıraktığım yerler illaki olacaktır; ancak ana hatlarıyla konuyu özetlemeye çalıştım. Allah Teala çoluk çocuğumuzu, gençlerimizi, nesillerimizi muhafaza eylesin… Amin.
Mesut Özbilir / 02.04.2024
[1] el-Buharî, Kader 9 nr: 6243; İsti’zân 12 nr: 6612; Müslim, Kader 20, 21; Ebû Dâvûd, Nikâh 43 nr: 2152.
[2] el-Muvatta’, Hudûd 12.
[3] Hâkim, el-Müstedrek, Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, Beyrut, 1990, IV/272.
[4] el-Muvatta’, Hudûd 2.
[5] el-Muvatta’, Hudûd 3.
[6] Buharî, Edeb 60; Müslim, Zühd 52, (2990).
[7] Abdurrezzâk, el-Musannef (Dâru’t-te’sîl, 2013) VI/306; Müsnedü’l-Hâris (Merkezü Hidmeti’s-sünneti, Medîne, 1992), VI/559; İbn Abdilber, el-İstizkâr (Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, Beyrut, 2000), V/539.
[8] İbn Mâce, Zühd 30, nr: 4250.
[9] İbn Abdilber, et-Temhîd (Müessesetü’l-furkân, Londra, 2017) III/732; ez-Zürkânî, Şerhu’l-Muvatta’ (Dâru’l-Hadîs, Kahire, 2015), IV/196.
[10] en-Nûr, 26.