İman, kalbe doğan bir nurdur ve gönlünü açana Allah o nuru bahşeder. (Kapatandan da söker alır, neûzü billah)
Şimdi ateistler bir Müslümanın aklını çelip ikna ediyor, adam ateist oluyor, sonra başka bir Müslüman, daha ikna edici deliller sunarak İslam’a ikna ediyor ve bu kişi tekrar Müslüman oluyor. Peki, daha sonra başka bir ateist daha ikna edici deliller sunsa yeniden ateist mi olacak bu vatandaş? İman böyle bir şey değildir. Böyle Müslümanlık olmaz.
Son zamanlarda bunu bize yutturmaya çalışıyorlar. Gençler deist/ateist oluyor. E ne yapalım? Onlara cazip gelecek, onların kabul edebileceği, fazla suya sabuna dokunmayan, birazda “bilimsel” bir din tasarlayalım. Yok öyle bir şey! Toplumun kabullerine göre din tasarlama politikasının fiyaskoyla sonuçlandığı; aksine insanları daha da gâvurlaştırdığı, bütün dini hassasiyetlerini, gayretlerini kaybettirdiği ortadayken, bir de sebep oldukları bu durumun faturasını hâlâ dine kesmeye kalkıyorlar.
Tamam, sorulara/iddialara cevaplar üretilir, günümüz perspektifinden daha anlaşılır argümanlar geliştirilir (ki gereklidir de) ama tamamen ateist/deistleri ikna üzerine bir din tasavvurunu kabul etmek mümkün değildir.
Din budur, inanan inanır, inanmayan inanmaz “lâ ikrâhe fi’dîn/ Dinde zorlama yoktur.” Kimse de kimsenin imanından sorulacak değildir. “Kuşkusuz sen istediğini hidayete erdiremezsin. Ama Allah dilediğini hidayete erdirir ve hidayete erecek olanları en iyi O bilir.” (Kasas, 56)
Ayrıca gençlerin kitleler halinde dinden çıktığından da söz edemeyiz. Bu bahsi edilenler acaba dine girmişler miydi ki çıksınlar? Zaten gâvur gibi yaşıyorlardı, din omuzlarında fazladan bir yüktü, onu da atıp tamamen kurtuldular. Yok efendim kızlar başlarını açmaya başlamış. Ne münasebet? Zaten mahrem namahrem, edeb âdab tanımıyorlardı, namaz abdest yoktu, başörtüsü bir yüktü onlar için, kaldırıp attılar ve kurtuldular. Ki yaşadıkları hayata muvafık olan da buydu zaten.
Dolayısıyla doğru olan şudur; yeni nesil, uzun süreli zorunlu eğitim marifetiyle mütedeyyin aile ortamından tamamen koparak dini bir şahsiyet kazanamadığı gibi, söz konusu eğitim kurumlarında da tam aksi istikamette bir kişilik edindiler. Zaten bizim eğitim sistemimizin vizyonu da bu değil miydi? “Muasır medeniyet” denilen gayri müslim ülkeler gibi bir nesil yetiştirmek. Deve dikeni dikerek de, gül açmasını beklemenin bir alemi yok. Ne ekiliyorsa o yetişiyor. Ve yetişti. İşte oturmasıyla, kalkmasıyla, giyinmesiyle, yemesiyle, içmesiyle bir Amerikan’dan bir İngiliz’den bir Alman’dan ne farkı var yeni neslin? Sadece kültür denebilecek kadar adet kabilinden bir iki dini motif taşıyorlar, bir kısmı onu da çıkarıp atmaya başladı, hepsi bu. Ailesi kol kanat gerenler, bir de Allah’ın kayırdıkları bu keşmekeşten kurtulabiliyorlar.
Burada bir parantez açmak istiyorum; çocuğunu İslam ahlakıyla yetiştirmek isteyen şuurlu aileler emek verdi, takip etti ve pırıl pırıl çocuklar yetiştirebildi elhamdülillah. Dolayısıyla sistemin güdümünde başıboş yetişen olumsuz örnekleri merkeze alarak nur gibi çocuklarımızı ve gençlerimizi de görmezden gelmeyelim.
İnsanların deist/ateist olmaya başladığını söyleyebilmemiz için namazında abdestinde, bu dinin esaslarını öğrenmiş, özümsemiş benimsemiş, içselleştirmiş insanların dinini terk ettiğini tespit etmemiz gerekmektedir, ki böyle bir şey de yoktur. Böyle olanlar varsa da çok azınlıktadır. Buna mukabil gayri müslimlerden Müslüman olanların sayısı bu rakamın kat be kat daha fazlasıdır.
Dinimiz etrafında akbaba gibi kanat çırpan malum çevrelerin, her fırsatı değerlendirerek ilmi geleneğimiz, kaynaklarımız, akidemiz ve mezhebimiz aleyhinde kullanmaya çalıştıkları malumdur. Bu meseleyi de dillerine pelesenk ederek kullanmaya çalıştıklarının farkındayız, görüyoruz ve ikaz ediyoruz. Çözmek isteyenler için sorunun kaynağı bellidir. Atılacak adımlar bellidir. Bile bile hedef saptırmanın bir anlamı yoktur.
Son olarak; okullarda verilen dinin kültürüyle, ahlakın bilgisiyle kendimizi avutmayalım. Çocuklarımızı evvela küçük yaşlardan itibaren toplumun peşine sürüklenip gitmemek noktasında bilinçlendirerek Müslümanca bir şahsiyet kazandırmaya gayret edelim. Belli bir yaşa gelince de ehil bir hocanın rahlesine oturtalım. Bu işin başka yolu yok…
Din tartışmak için değil yaşanmak için gelmiştir ve sokaktaki herhangi bir adamın anlayabileceği kıvamda bize intikal etmiştir. Onun için kimse derinlerde, diplerde, kuytularda yeni bir şeyler aramanın şehvetine düşmesin.
Dini tartışma zemini olmaktan çıkarıp bize geldiği haliyle hayat felsefesi olarak benimsemek ve gereğince yaşamak zorundayız. Eğer birilerinin iddia ettiği gibi bu din bize kadar yanlış gelmişse, zaten bu saatten sonra kimsenin doğrusunu bulması da mümkün değildir. Vahiy kesilmiş, kalem yazmış, mürekkep kurumuştur…
es-selâmu ‘âlâ men-ittebeâ’l-hüdâ/Selam hidayete tabi olanların üzerine olsun…