Kuran-ı Kerim’in harf inkılabı akabindeki çalkantılı serencamı hepimizin malumu. O sancılı sürecin ardından Yüce Kitabımızın aktif olarak yer aldığı en etkin mahallerden biri maalesef mezarlıklar oldu. Dirilerin ilgi alanından çıkıp ölülere hitap eden bir kitap haline geldi; öyle ki mezarlıklara ve ölülere özel Yasin cüzleri basılmaya başlandı. Aslında bu zımnen şu manaya geliyordu: “Ölülere ve mezarlıklara hitap eden kısmını basalım kâfi, kalın kitabı boşa ağırlık etmesinler!” (Haşa)
Hiç şüphesiz insanlığı karanlıklardan aydınlığa çıkarmak, adil ve müreffeh bir dünya tesis etmek ve ebedi saadetlerini temin etmek için gönderilen Yüce Kitabımızın böyle dar bir alana hapsedilmiş olması son derece üzücü ve asla kabul edilemez bir durumdur. Nitekim karşı karşıya kalınan bu nahoş manzara karşısında hoca efendiler haklı olarak serzenişte bulunmaya ve Kuran’ın ölülere değil dirilere gönderildiğini yoğun bir biçimde gündemlerine almaya başladılar. Ne var ki hiçbir alanda yakamızı bırakmayan ifrat ve tefrit burada da devreye girdi ve bu önemli ikazların maksadını aşarak bazı çevrelerin sloganlardan biri haline gelmesine yol açtı. “Ölülere Kuran okunmaz, ölülere Kuran okunması onlara bir fayda vermez” gibi iddialar öne sürülerek bu uygulama hepten tedavülden kaldırılmaya çalışıldı. Öyle ki; “Ölüye Kuran okumak, trafik kazasında ölen birine trafik kurallarını anlatmaktan farksızdır” şeklinde absürt yorumlar yaparak meseleyi alakasız mecralara taşıyanlar bile oldu. Sanki insanlar ölü anlasın diye Kuran okuyormuş gibi…
Dolayısıyla da Âlimlerimizin beyanları doğrultusunda inceleyip olabildiğince doğru bir zemine oturtmak gayesiyle seçtiğim başlıklardan biri de bu oldu. Burada karşımıza çıkan ve ayrı ayrı incelememiz gereken birkaç soru var. Birincisi; dirilerin ettiği dualar ve yaptıkları salih ameller ölüye fayda verir mi? İkincisi; Kuran da bu kapsamda ölüler için okunabilir mi, sevabı ölülere ulaşır mı? Üçüncüsü ise bu konuda mutedil tavır nasıl olmalıdır?
Dirilerin ettiği dualar ve yaptıkları salih ameller ölüye fayda verir mi?
Konuya buradan başlamamızın sebebi Kuran-ı Kerim okumanın salih ameller zümresinden ecri ve sevabı bol bir amel olmasıdır. Bundan dolayıdır ki biz ölülerimize dualarımızda da ifade ettiğimiz gibi “okuduğumuz Kuran-ı Kerim’den hâsıl olan sevabı” hediye edip, bu salih amelimizin sevabına onları da hissedar ederiz.
Dirilerin ölüler için dua ve istiğfar etmesiyle alakalı Kuran-ı Kerim’de şöyle buyurulmaktadır: “Onlardan sonra (kıyamete kadar gelecek olan mümin)ler ise şöyle derler: “Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla.”[1]
Eğer dua ve istiğfarın ölüler için bir faydası olmasaydı elbette Allah Teala tarafından bu kimseler methedilmezdi. Ve yine ölüler için cenaze namazı kılınması müslümanlar üzerine farz-ı kifâye olmazdı. Zira cenaze namazının muhtevası da; dua, sena ve istiğfardan ibarettir.[2] Nitekim Peygamberimiz (s.a.s.) ölüler üzerine cenaze namazı kılarak Fatiha okumuş,[3] kendisi dua ettiği gibi “Ölü için cenaze namazı kıldığınız zaman ona samimiyetle dua edin”[4] buyurarak ashabını da buna teşvik etmiştir.
Başka bir hadisi şerifte ise cenaze için şu şekilde dua ettiği nakledilmiştir:
“Allah’ım, filan oğlu filan senin zimmetinde ve senin güvencendedir. Onu kabir fitnesinden ve cehennem azabından koru. Sen hamd ve vefa sahibisin. Allah’ım onu bağışla, ona rahmet et! Muhakkak ki sen çok bağışlayan, çok merhamet edensin.”[5]
Yine Efendimizin (s.a.s.) cenazeyi defnettikten sonra kabri başında durduğu ve ashabına şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
“Kardeşiniz için bağışlanma dileyin ve Allah’ın onun ayaklarını sabit kılması için niyazda bulunun!”[6]
Hz. Aişe (r.anha) annemiz de Peygamberimizin (s.a.s.) bir gece vakti Bakî kabristanına gittiğini ve kabirlere hitaben şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
“es-Selamu aleykum Mümin ve Müslüman diyarının sakinleri. İnşallah yakında biz de size katılacağız. Allah’tan bize ve size afiyet niyaz ediyorum./ Allah’ım Baki’de metfun bulunanları bağışla!”[7]
Sadaka ve salih amellerin de ölülere fayda vereceğine dair Efendimiz (s.a.s.)’in hayatından pek çok örnek, muteber kitaplarımızda yer almaktadır. Onlardan bir kısmı şu şekildedir:
“İnsan öldüğü zaman, ameli kesilir (yani artık sevap yazılmaz); ancak şu üç şey müstesna: Sadaka-i câriye, kendisinden istifade edilen ilim ve kendisine dua eden hayırlı evlat.”[8]
Yine bir adam Peygamberimiz (s.a.s.)‘e gelerek ‘Ey Allah’ın Rasulü, anne ve babamın vefatlarından sonra onlara iyilik yapma imkânı var mıdır, onlara nasıl bir iyilik yapabilirim?’ diye sordu. Rasulullah (s.a.s.): “Evet, vardır” buyurdu ve şöyle beyan etti: “Onlara dua etmek, onlar için Allah’tan günahlarının affedilmesini talep etmek, onlardan sonra vasiyetlerini yerine getirmek, anne babanın akrabalarına karşı sıla-i rahmi ifa etmek ve dostlarına ikramda bulunmak.”[9]
Hâsılı kelam, bu ve burada zikredemediğimiz pek çok hadisi şerif açıkça ortaya koyuyor ki Peygamberimiz (s.a.s.) hem kendisi bizzat ölüler için dua etmiş hem de ashabını buna teşvik etmiştir. Şayet yapılan duaların ölüye bir faydası olmasaydı dua etmesinin ve ettirmesinin de bir manası olmazdı. Bu mesele, söz konusu hadisi şeriflerin de delaletiyle ehlisünnetin itikat metinlerine girmiş ve sübutu vurgulanarak “dirilerin yaptığı dualar ve verdikleri sadakalar ölülere fayda verir”[10] denilmiştir.
Okunan Kuran-ı Kerim Ölüye Fayda Verir mi?
Ölüler için dua edilmesinin, istiğfar edilmesinin, sadaka verilmesinin onlara fayda sağlayacağı hadisi şeriflerde açıkça yer aldığı için bunun cevazına ve ölülere fayda vereceğine dair Ehlisünnet âlimleri arasında söz birliği vardır. Ölüler için Kuran-ı Kerim okunması da buna dâhil midir sorusuna gelince, bu hususta kaynaklarımızda farklı görüşler kaydedilmiştir. Belli kesimlerin çok fazla fırtınalar kopardığı meselelerden biri olması sebebiyle biraz daha fazlaca nakiller yaparak önceki bahislere nazaran daha detaylı bir incelemeye tabi tutacağız inşallah.
en-Nevevî, el-Ezkâr isimli eserinde konuyla alakalı şöyle demektedir: «Okunan Kur’an-ı Kerîm’in sevabının ölüye ulaşıp ulaşmadığı konusunda âlimler ihtilaf etmişlerdir. Şafii ulemasının meşhur kanaatine ve bazı âlimlere göre, okunan Kur’an-ı Kerîm’in sevabı ölüye ulaşmaz. Ancak Ahmed b. Hanbel, bir kısmı Şafii mezhebinden olmak üzere diğer bazı âlimler de okunan Kur’an-ı Kerîm’in sevabının ölüye ulaşacağı görüşünü benimsemişlerdir. Bu (niyetle Kur’an okuyan kimsenin) okumayı bitirdikten sonra: Allah’ım! Okuduğum Kur’an’ın sevabını falancanın ruhuna ulaştır” demesi uygun olur. Doğrusunu Allah bilir.»[11]
Es-Suyûtî de el-İtkân isimli eserinde: «Mezhep (imamız İmam eş-Şafii) hariç diğer üç mezhep imamı okunan Kuran’ın sevabının ölülere ulaşacağı görüşünü benimsemiştir. İmam eş-Şafii görüşüne delil olarak da: “İnsan için ancak çalıştığı vardır”[12] ayetini delil getirmiştir.»[13]
Ancak İmam Gazali ve İmam Nevevî gibi Şafii mezhebinin bazı önde gelen âlimleri ölülere Kuran-ı Kerim okumanın caiz olduğunu ifade etmişlerdir. Şafii fakihi ve muhaddis İmam en-Nevevî el-Mecmû isimli eserinde İmam eş-Şafii’nin ve mezhebin genel görüşünü şu sözlerle beyan etmiştir:
«Allah onlardan razı olsun ashabımız (Şafii fakihleri) dediler ki: “Kabir ziyareti yapan kişinin öncelikle kabirdekilere selam vermesi, daha sonra hem ziyaret ettiği kimselere hem de kabristandaki bütün ölülere dua etmesi müstehaptır. En faziletli olan selam ve duanın hadisi şerifte nakledildiği şekliyle olmasıdır.”[14] Ve yine Kur’an’dan kolayına gelen ayetleri/sureleri okuması ve akabinde ölülere dua etmesi de müstehaptır. İmam Şafii bu görüştedir ve Şafii fukahası bunun üzerine ittifak etmiştir.»[15]
İmam Gazalî de, İhyau Ulumi’d-din isimli meşhur eserinde kabirlere Kuran-ı Kerim okumanın bir sakıncası olmadığını beyan ettikten sonra Ali b. Musa el-Haddâd’dan şu nakli yapmaktadır:
«Ben, Ahmed b. Hanbel ve Muhammed b. Kudame birlikte bir cenazeye katılmıştık. Ölünün defin işlemi bitince âmâ bir adam geldi ve kabrin başında Kuran-ı Kerim okumaya başladı. Ahmed b. Hanbel bunu görünce adama hitaben “Kabrin başında Kuran okumak bidattir” dedi. Daha sonra biz kabristandan çıkınca Muhammed b. Kudame, Ahmed b. Hanbel’e şöyle dedi: “Ya Ebâ Abdillah! Mübeşşir b. İsmail el-Halebî hakkında ne dersin?” Ahmed b. Hanbel: “Sika/güvenilir biridir” dedi. “Peki, ondan hiç hadis rivayet ettin mi?” diye sordu: “Evet” dedi. Bunun üzerine İbn Kudame, Mübeşşir b. İsmail’den, o da el-Leccâc’dan babasının defnedildiği zaman kabrinin başında Bakara suresinin başının ve sonunun okunmasını vasiyet ettiğini ve bunu İbn Ömer’in (r.a.) de bu şekilde vasiyet ettiğini işittim, dediğini rivayet etti. Ahmed b. Hanbel bunu işitince “(Biraz önce kabrin başında Kuran okumaktan men ettiğim) adama dön ve Kuran okumaya devam etmesini söyle” dedi. Yine Muhammed b. Ahmed el-Mervezî, Ahmed b. Hanbel’in: “Kabristana girdiğiniz vakit Fatiha, Felak, Nas ve İhlas surelerini okuyup sevabını kabristanda metfun bulunanlara bağışlayın, çünkü bu onlara ulaşır” dediğini işittim, demiştir.»[16]
Buradan anlaşıldığına göre Ahmed b. Hanbel önceleri ölüler için Kuran-ı Kerim okunmasına cevaz vermiyordu; ancak kendisine güvenilir ravilerden gelen hadis rivayetlerini işitince bu görüşünden rücu ederek cevaz vermiştir. Müfessir el-Kurtubî de, Ahmed b. Hanbel’den nakledilen bu rivayeti zikrettikten sonra şöyle demiştir: Âlimlerimizden bazısı kabirlere Kuran okumanın caiz olduğuna delil olarak şu rivayeti zikretmişlerdir:
Peygamberimiz (s.a.s.) bir defasında kabristandan geçerken, iki ölünün kabirlerinde azap çekmekte olduklarını gördü ve şöyle buyurdu: Bu ikisi kabirlerinde azap görmektedirler; ancak (adam öldürmek, zina etmek gibi) çok büyük bir günah sebebiyle değil. Bunlardan biri hayattayken insanlar arasında laf taşıyordu, diğeri ise idrardan sakınmıyor (üzerine sıçratıyor)du.’ Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s.) yaş bir dal alarak, ortadan ikiye böldü ve her iki kabre dikti. Bunu gören sahabe-i kiram, niçin böyle yaptığını sorduklarında: ‘Umulur ki bu iki dal kuruyuncaya kadar, o ikisinin çekmekte oldukları azap hafifletilir’ buyurmuşlardır.”[17]
Bu hadisi şerifle istidlal eden âlimlerimiz, o yaş ağacın kuruyuncaya kadar tesbih etmesinden dolayı azabının hafifletildiğini dolayısıyla en büyük zikir olan Kuran-ı Kerim’in okunmasından dolayı hayli hayli azabın hafifletileceğini, ifade etmişlerdir.
Geride geçen nakillerden anlaşılıyor ki dört mezhep fukahasının ağırlıklı görüşü ölülere Kuran-ı Kerim okunmasının caiz olduğu yönündedir. Nitekim İslam ümmeti arasında bunun kökleşip bir gelenek halini alması da fukaha nezdindeki bu kabulünün bir tezahürü olsa gerekir.
Ülkemizde ölülere Kuran okunması noktasında en agresif tavrı, bir takım modernist çevrelerin takındığını görmekteyiz. Yakın zamanda Mısır Pakistan ikliminde yeşeren ve Ali Şeriati, Abduh, Reşid Rıza gibi isimlerin öncülüğünde neşvünema bulan “gelenek muarızlığının” Türkiye’ye sirayetinde 1970-80’lerde Türkçeye tercüme edilen Mısır menşeli kitapların rolü su götürmez bir gerçektir. Osmanlı’nın tarih sahnesinden çekilmesiyle birlikte İslam âlemindeki yenilmişlik psikolojisi bir takım düşünürleri suçlu aramaya sevk etmiş ve günah keçisi olarak dini/ilmi geleneğimiz hedef tahtasına konulmuştur. Bu teşhisin hatalı olmasının yanı sıra karşı karşıya kalınan buhrandan çıkış amacıyla ortaya konan reçeteler de tepkisel reflekslerle yazıldığından tedavi mümkün olmamış aksine ilave hastalıkların nüksetmesine sebebiyet vermiştir. Mısır ikliminin toz bulutlarını coğrafyamıza taşımakta etkin rol oynayan isimlerden Mehmet Akif’in, “İnmemiştir hele Kur’an, bunu hakkıyla bilin ne mezarlıkta okunmak ne de fal bakmak için” dizeleri bu iklimin ülkemizde oluşturduğu bitki örtüsünü tasvir eder niteliktedir. Şöyle ki; şayet bu serzeniş bugün yapılmış olsa Seriyye’den Süreyya’ya kadar haklı bir isyandır. Çünkü hakikaten bugün Kuran’ın hüküm sürdüğü yegâne mekânlar mezarlıklardır, desek mübalağa etmiş olmayız; mahkemede, nikâhta, talakta, çarşıda, pazarda Kuran yoktur. Ne var ki söz konusu sitem İslam hukukunun hâkim, halifenin kaim olduğu bir devirde ortaya konulmuştur. Yani burada Kuran’ın yürürlükte olan mevcut ahkâmına bir itiraz vardır. Zira Kuran’ın ahkâmının kökünden sökülüp atıldığı günlerde hafif tonla da olsa benzer bir sitem göremiyoruz. Çünkü mesele ilmi/dini geleneği derdest edip yeni bir Kuran yorumu ortaya koymak; eskiler artık günümüz dünyasının meselelerini çözemez, dolayısıyla onlardan kurtulmamız lazım anlayışıdır. Nitekim şu dizelerde de bunu açık bir biçimde görmekteyiz:
En büyük fâzılınız: Bunların âsârından,
Belki on şerhe bakıp, bir kuru mana çıkaran
Yedi yüz yıllık eserlerle bu dinin hâlâ,
İhtiyâcâtını kâbil mi telafi? Asla.
Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı,
Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâm’ı.
Özetle diyor ki; en faziletli âliminiz bile eski eserlerin on tane şerhine bakarak kuru bir mana çıkarmaktan öte gidemiyor. Yedi asırlık eserlerle bugün bu dinin ihtiyaçları asla cevap bulamaz. (Eskilerin yazdıklarını bir kenara bırakıp) “doğrudan” Kuran’dan(!) ilham alarak yeniden günümüze göre bir İslam anlayışı ortaya koymalıyız.
İşte bugünkü Kuran Müslümanlığı, mealcilik, dinde reform/güncelleme gibi anlayışlar bir asır önce ekilen iş bu tohumların bir semeresidir. Dolayısıyla Kuran’ın ölülere okunmasını bayraklaştıran ve sürekli ön planda tutan çevrelerin “Kuran’a dönelim” şeklindeki mesajı bizim anladığımız kadar masum değildir. Arka planında çağın/Batı’nın telakkilerine uygun, modern seküler çevrelere rahatsızlık vermeyen yeni bir din anlayışının sözüm ona “Kuran’dan ilham alarak” yeniden tesis edilme arzusu vardır. Onun için bugün bu düşüncede olanların “doğrudan doğruya batıdan alarak ilhamı, Modernizmin idrakine söyletmeliyiz Kuran’ı” şeklinde ifade etmesi daha dürüstçe bir yaklaşım olacaktır.
Tekrar bahsimize dönecek olursak; öte yandan özellikle Arap ülkelerinde Vehhabilerin ve bir kısım Selefîlerin, ölülere Kuran-ı Kerim okunmasına şiddetle karşı çıkan diğer bir ana akım olduğu açıktır. Ancak bu çizginin en önemli referanslarından biri olan İbn Teymiyye’nin konuyla alakalı bazı beyanları onların alışık olduğumuz söylemlerinden biraz farklıdır. O, Fetava’sında meseleye şu sözlerle yer vermiştir:
“Kuran-ı Kerim okumak, namaz kılmak ve oruç tutmak gibi bedeni ibadetlerin sevabının ölülere ulaşması hakkında âlimler farklı görüşler ortaya koymuşlardır. Doğru olan (mali olsun bedeni olsun) bütün ibadetlerin sevabının ölüye ulaşmasıdır.”[18] İbn Teymiyye hemen ardından: “İnsan için ancak çalıştığı vardır“[19] ayetinin aleyhte delil olarak getirilmesinin isabetli olmadığını özetle şöyle izah eder: «Bazılarının bu ayeti kerimeyi delil getirmesine gelince, onlara denilir ki; mütevatir sünnet ve icma-i ümmet ile sabit olmuştur ki ölüler için dua edilir, istiğfar edilir ve sadaka verilir. Bunlar da bir başkasının çalışmasının ölüye fayda vermesi anlamına gelir. Aynı şekilde kişi çalışmasını (salih amelini) ölüye bağışlarsa; Allah duasıyla ve sadakasıyla faydalandırdığı gibi bununla da ölüyü faydalandırır. Tıpkı kabri başında cenaze namazı kılanların namaz ve dualarından fayda gördüğü gibi (diğer salih amellerin bağışlanmasından da) ölü fayda görür.»[20]
İbn Teymiyye’nin talebesi İbn Kayyim el-Cevziyye de er-Ruh isimli eserinde “Dirilerin amellerinden ölülerin ruhları istifade eder mi, etmez mi?” şeklinde bir başlık açarak özetle şunları söylemiştir: «Zikir yapmak, kuran okumak, namaz kılmak ve oruç tutmak gibi bedenî amellerin sevabının ölüye ulaşıp ulaşmayacağı konusu âlimler arasında tartışmalıdır. Selef âlimlerinin çoğunluğu ve Ahmed b. Hanbel’e göre bu amellerin sevabı ölüye ulaşır. İmam Ebû Hanife’nin ashabı da bu görüştedir.»[21]
İbn Kayyim, Ahmed b. Hanbel’in görüşüne delil sadedinde Muhammed b. Yahya el- Kehhâl’den şunu rivayet etmiştir:
“Ahmed b. Hanbel’e: ‘Bir kimse namaz kılmak, sadaka vermek kabilinden hayırlı ameller işlese ve bu amellerinin yarısını babasına veya annesine bağışlasa (onların ruhuna ulaşır mı?’ diye sorulduğunda, ‘(Ulaşacağını) ümit ediyorum, sadaka olsun başka salih ameller olsun bunların hepsi ölüye ulaşır’ demiştir. Ardından da soran kişiye; üç kez Ayete’l-Kürsî ve İhlas suresini okumasını ve şöyle dua etmesini tavsiye etmiştir: ‘Allahım sevabını kabirdekilere bağışlıyorum.”[22]
Eş-Şevkânî de Neylü’l-Evtar isimli eserinde söz konusu muhtelif görüşleri zikrettikten sonra şöyle demektedir: «Tercihe şayan olan görüş okunan Kuran-ı Kerim’den hâsıl olan sevabın ölünün ruhuna ulaşması için dua edildiği ve bunda kararlılık gösterildiği vakit sevabının ölüye ulaşmasıdır. Çünkü bu da bir duadır. Dua edenin kendinde mevcut bulunmayan bir şeyle ölüye dua etmesi câiz iken (okuduğu Kuran-ı Kerim’in sevabı gibi) kendisinde mevcut bulunan bir şeyle dua edebilmesi hayli hayli câiz olur.»[23]
İbn Ebi’l-Îz de Şerhu’l-Akîdeti’t-Tahaviyye isimli eserinde meseleyi uzun uzadıya irdeledikten sonra: «Bir ücrete mukabil olmaksızın nafile olarak Kuran-ı Kerim okunup sevabının (ölülere) hediye edilmesine gelince; oruç ve hac ibadetinin sevabı nasıl ulaşıyorsa Kuran tilavetinin sevabı da ölüye ulaşır.»[24] demektedir.
Hâsılı kelam buraya kadar naklettiklerimizden ortaya çıkan Kuran-ı Kerim’in ölülere okunması ve sevabının bağışlanması dört mezhep ulemasının çoğunluğu tarafından caiz görülmüştür. Bu İslam’ın temel ilkelerine aykırı bir durum teşkil etmediği gibi, karşı çıkanların öne sürdükleri delillerde sarih olmadığı gibi tutarlı da görülmemektedir.
Bu konuda mutedil tavır nasıl olmalıdır?
Bitirirken bu noktada birkaç meseleye dikkat çekmek istiyorum. Kuran-ı Kerim’in gönderiliş amacı geride de ifade ettiğimiz gibi bizi yaratan Allah’ın muradına uygun olarak hayatımızı tanzim etmektir. Dolayısıyla müslümanın Kuran’a öncelikli olarak bakış açısı bu şekilde olmalı; Kuran-ı Kerim’i tılsımlı bir kitap olarak değil bir hayat rehberi olarak telakki etmeli, insanlığın yeniden Kuran ahkâmına dönmekle felah bulacağına inanması gerekmektedir. Bununla beraber hem Kuran tilavetiyle, hatmiyle, mukabelesiyle hemhal olup onunla bereketlenmeli, Allah’ımızın kurbiyyetine vesile edilmelidir, hem de ulemamızın beyanları istikametinde meal ve tefsiriyle de meşgul olarak olabildiğince manasına vakıf olunmalıdır.
Bu iki meseleyi teslim ettikten sonra; Kuran-ı Kerim hastalara da okunur,[25] ölülere de okunur. Asli vazifesi ve gönderiliş amacı bu değildir; evet, ama okunmasında bir sakınca olmadığı gibi ölüye de diriye de fayda sağlayacağı ulemamızın beyanlarıyla sabittir.
Ancak şunun altını çizmek gerekir ki; ücret karşılığında Kuran okumak ve okutmak ne ölüye ne de diriye bir fayda sağlamaz. Ücret mukabilinde Kuran okumak haramdır, haramda da bir hayır yoktur. Bir evladın anne babasının ruhu için Fatiha okuması, ihlas okuması veya da hastası için Ayete’l-Kürsi, Felak, Nas okuması parayla okutacağı onlarca hatimden üstündür, tesirlidir. Çünkü burada belirleyici olan samimiyettir, ihlastır. Kimsenin de sizin anne babanız için, sizin evladınız için sizden daha samimi ve daha ihlaslı Kuran okumayacağı/okuyamayacağı tartışmasız bir gerçektir.
Son olarak başta da ifade ettiğimiz gibi biz Kuran-ı Kerim’den hâsıl olan sevabı ölülerimize bağışlıyoruz. Çünkü Efendimizin ifadesiyle her harfi için on sevap hâsıl olmaktadır. (ألم) Elif Lâm Mîm deyince üç harf okumuş oluyoruz, bu da en az otuz sevaba tekabül ediyor ve bunu ölülerimizin ruhuna hediye ediyoruz. Fakat “İndiler gökten melekler saf saf…” diye mevlit okuduğumuz zaman bunun her harfine bir sevap verileceği dinen sabit olmamıştır. Çünkü bu Kuran değildir; Efendimizin (s.a.s.) doğumunu anlatan bir kasidedir. Güzel bir kasidedir; ancak Kuran-ı Kerim’in yerine ikame edilmesi ve ölülere okunması asla doğru değildir. Düğünlerde, sünnetlerde, bir takım merasimlerde vs. bir kaside olarak okunabilir; ancak cenazeyle taziyeyle ölüyle uzaktan yakından bir ilgi ve alakası yoktur.
Yine üç, beş, yedi, on, kırk ve elli iki gibi gün tayinlerinin de dini bir dayanağı yoktur. İlla ölünün vefatından sonra bu günlerde mevlit okutmak, lokma dağıtmak vs. şart değildir. Fakat defin ve taziyeyi ihtiva eden ilk üç gün hariç daha sonra herhangi bir gün eş dost akrabaların davet edilip ikramda bulunulması, Yasin-i Şerif vb. sureler okunup dualar edilmesi ve bundan hâsıl olan sevabın da ölülere hediye edilmesi uygun olur.
Mesut Özbilir / Eylül 2022
[1] 59/Haşr, 10.
[2] El-Bâbertî, Şerhu’l-Akîdeti’t-Tahaviyye (Daru’s-Sirac, İstanbul, 2021): s.226.
[3] El-Buhârî, Cenaiz 65 (1335).
[4] Ebu Davud, Cenaiz 60 (3199).
[5] Ebu Davud, Cenaiz 60 (3202).
[6] Ebu Davud, Cenaiz 73 (3221).
[7] Müslim, Cenaiz 104 (2257).
[8] Müslim, Vasiyye 14 (4223).
[9] Ebu Davud, Edeb 128 (5142); İbn Mace, Edeb 2 (3664).
[10] El-Bâbertî, Şerhu’l-Akîdeti’t-Tahaviyye (Daru’s-Sirac, İstanbul, 2021): s.226; et-Teftazanî, Şerhu’l-Akaidi’n-Nesefiyye (Daru’s-Sirac, İstanbul, 2020) s.344.
[11] En-Nevevî, el-Ezkâr (Daru’l-Beşairi’l-İslamiyye, Beyrut, 2013): s.221.
[12] 53/en-Necm, 39.
[13] Es-Suyutî, el-İtkan fi ûlumu’l-Kur’an: s. 235.
[14] “es-Selamu aleykum Mümin ve Müslüman diyarının sakinleri. İnşallah yakında biz de size katılacağız. Allah’ım kabristanda metfun bulunanları bağışla!”
[15] En-Nevevi, el-Mecmuû (Mektebetü’l-İrşad, Thk: Muhammed Necib el-Mutıî, 2008): V/286.
[16] El-Gazali, İhyau Ulumi’d-din (Mektebetü’l-Asriyye, Beyrut, 2013): V/95.
[17] El-Kurtubî, Kitabu’t-Tezkira (Mektebetü Daru’l-Minhac, Riyad, H.1425) s.274; Buhârî, Cenâiz, 82 (1361); Müslim, Tahâret 111 (677); Ebû Dâvud, Tahâret 11 (20).
[18] İbn Teymiyye, Mecmûu’l-Fetâvâ (Mücemmaü’l-Melik Fehd, Medine, 2005): XXIV/366.
[19] 53/en-Necm, 39.
[20] İbn Teymiyye, Mecmûu’l-Fetâvâ: XXIV/367.
[21] İbn Kayyim el-Cevziyye, Kitabu’r-Ruh (Darû Âlemi’l-Fevaid, Thk: Muhammed Ecmel Eyyûb el-Islâhî) s.353.
[22] İbn Kayyim el-Cevziyye, Kitabu’r-Ruh: s.353; İbn Ebi’l-Îz, Şerhu’l-Akîdeti’t-Tahaviyye (Müessesetü’r-Risale, Thk: Şuayb el-Arnavud): s.664.
[23] Eş-Şevkânî, Neylü’l-Evtar (Darü’bni’l-Cevzi, Thk: Muhammed Subhi b. Hasen Hallak, H.1427) VII/457.
[24] İbn Ebi’l-Îz, Şerhu’l-Akîdeti’t-Tahaviyye: s.673.
[25] Ebû Sa’îd el-Hudrî (r.a) şöyle anlatıyor: “Biz, seferdeyken bir yerde konakladık. Yanımıza bir cariye gelip: “Kabilemizin reisini (yılan veya akrep) soktu, aranızda rukye yapan biri var mıdır?” diye sordu. Bunun üzerine bizden bir adam kalkıp onunla gitti ve adama okudu. Adam iyileşti. Bunun için kendisine otuz koyun verdiler. Ona: “Sen rukye yapmayı bilir miydin?” dedik. “Hayır, ben sadece Fatiha okudum” dedi. Medine’ye gelip, durumu Rasulullah’a (s.a.s.) söyleyince gülümsedi ve (rukye yapan arkadaşımıza) “Fatiha’nın rukye olduğunu (tedavi maksadıyla okunacağını) sana kim söyledi? Verdikleri koyunları paylaşın, bana da bir hisse ayırın” buyurdu.” (el-Buhârî, Fedâilü’l-Kur’ân, 9 nr.5007; İcâre, 16 nr.2276; Tıp, 33 nr.5736; Müslim, Selâm, 65; 66) Efendimiz (s.a.s)’in, o sahabiye yaptığının yanlış olduğuna dair bir şey söylememesi ve koyunlardan kendisine de bir pay ayrılmasını söylemesi bunu tasdik ettiğini göstermektedir. Aksi halde ashabını bundan men ederdi.
One thought on ““KURAN ÖLÜLERE OKUNMAK İÇİN GELMEDİ” SÖYLEMİNİN TAHLİLİ”