Peygamberimiz (s.a.s.)’in amcasının oğlu Cafer b. Ebî Tâlib (r.a.) şehid olduğunda, Hz. Peygamber (s.a.s.) ashabına şöyle buyurmuştu:
“Cafer’in ailesine yemek götürün. Çünkü başlarına kendilerini meşgul edecek bir musibet gelmiştir.” (Ebû Dâvûd, Cenaiz, 25-26)
Peygamberimiz (s.a.s.)’in bu hadisi şerifinden de anlaşılacağı üzere dinimizde asıl olan komşu ve akrabaların cenaze evine yemek götürerek onların yükünü bir nebze olsun hafifletmeleridir. Zira bütün akrabalar cenazenin birinci derecede yakınının evinde toplanmakta ve hem cenazenin acısı hem de kalabalığın yeme içmesi ev sahibi için büyük bir meşakkat oluşturmaktadır.
Ne var ki İslâmî ve insanî olan bu iken, sünnete tamamen muhalif olarak son zamanlarda taziye evinin cenazeye katılanlara yemek ikramında bulunması gibi çirkin bir bid’at toplumumuzda hızla yayıldı. Zaten yakınlarını kaybetmenin verdiği üzüntü ve kederle bir hayli meşgul olan cenaze sahiplerine, bir de bu şekilde bir külfet yüklenmesi asla kabul edilebilir değildir.
Toplumumuz, din görevlileri başta olmak üzere bu meselenin üzerinde durmalı, hocalarımız defin sonrası “ikram ilanında bulunmamalı ve bu yemeklere iştirak etmemelidir.” Maddi manevi büyük bir yükün altına giren cenaze sahiplerinin sırtından bu yükü indirmek ve bu bid’ati kaldırmak noktasında her birimiz elini taşın altına koymalıdır.
Bununla beraber, İslam’da taziye üç gündür. Üç gün geçtikten sonra cenaze sahipleri “dilerse” ölmüşleri için Kuran-ı Kerim okutup yemek ikramında bulunabilirler. Bunun için de 7, 40 veya 52. gün gibi bir gün tayininde bulunmaları şart değildir, zira bu rakamların dini bir dayanağı yoktur.