Kedi beslemek çok kadim bir gelenek olmasının yanı sıra şehir hayatına geçip apartmanlara yerleşinceye kadar da bir zaruretti insanlar için. Hayvan sevgisinin ötesinde eve ve müştemilatına fare, börtü böcek yaklaşmasın diye insanlar mutlaka bir veya bir kaç kedi bulundururdu evlerinde. İçeri girer dışarı çıkar, kışın sobanın başında uyur, zaman zaman kısa süreli kilere hapsedilirdi fareleri yakalasın diye. Ancak kendi doğal mecrasından da kopmaz yaratılış gereksinimlerine uygun bir biçimde çiftleşir çoğalır tabiatla temas halinde yaşarlardı.
Keza Efendimiz (s.a.s) döneminde de kediler insanlarla ve evlerle iç içedir. Kapısı bacası zaten pek muhkem olmayan evlere gelişi güzel girer çıkarlardı. Bundan dolayı “bir hayvanın etinin haram olması, artığının da necis olmasını gerektirir”[1] kaidesince kıyasen necis olduğu halde kedinin artığı necis görülmemiştir ve bunu Efendimiz (s.a.s) bir hadis-i şerifinde “Çünkü kedi fazlaca etrafınızda dolaşır”[2] şeklinde ta’lil etmiştir. Yani kediyi evinizden ve etrafınızdan def etme imkânınız yok, devrin evleri itibariyle kapıdan kovsanız bacadan giriyor; ağzını değdirdiği her şeyi dökemezsiniz ya da her ağzını değdirince elbisenizi değiştiremezsiniz. Sürekli tekerrür eden ve insanı zora sokacak bir durum söz konusu olmaktadır.
Günümüze gelecek olursak, kedilerin apartman dairelerinde beslenmesine aynı zaviyeden bakmak pek mümkün olmayacaktır. Bu meseleyi modern zamanların getirdiği bir takım yeni durumları da göz önünde bulundurarak birkaç vecihten ele almak istiyorum.
Birincisi; artığının/ağzını sürmesinin Hanefî mezhebince mekruh görülmesidir. Bu, maalesef birçok kimse tarafından bilinmiyor veya dikkate alınmıyor. Geride temas ettiğim illet (evlere fazlaca girip çıkması) kedinin artığından necaset hükmünü kaldırsa da kerahet baki kalmıştır ve Hanefî mezhebimize göre (tahrimen/ harama yakın) mekruh kabul edilmiştir.[3] Nitekim Ebu Hureyre (r.a.) Peygamberimiz’in (s.a.s.) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Kedinin yalayıp su içmesi halinde kabın temizlenmesi, bir yahut iki defa yıkanması ile olur.”[4] Bu da kedinin artığının/ağzını değdirmesinin kerahetine delalet etmektedir. Bu sebeple hiçbir zaruret yokken bir kediyi sürekli olarak evde bulundurmak doğru olmasa gerekir.
İkincisi; kedilerin tabiatla temas halinde kendilerini temizledikleri, kıllarını bitlerini döktükleri, çiftleşme gibi fıtri ihtiyaçlarını karşıladıkları kendilerine has yöntem ve yönelimleri vardır. Bugün apartman dairelerine hapsedilen kediler bu imkânı bulamamaktadırlar. Özel üretilmiş ev kedileri için bu durumdan tam olarak bahsedemesek de onlar açısından da farklı problemler söz konusudur. Kedi sahipleri kabul etmese de dışarıdan kedi beslenen evlere girenlerce fark edilen kötü koku, bu kedilerin tuvalet ihtiyacını giderirken içine girip çıktıkları kumun patilerine ve tüylerine temas etmesi ve daha sonra evin içinde dolaşmaları gibi durumlar da bu işe mesafeli durmayı gerektiren bir başka yöndür.
Üçüncüsü; küresel hegemonya tarafından çocuk yerine kedi köpeğin ikame edilme plan ve çabaları malumunuzdur. Bunda da başarılı olduklarını ve gün be gün mesafe aldıklarını maalesef söylememiz gerekmektedir. Kediler artık kedi olarak değil de daha çok bir aile ferdi gibi görülmektedir. Kedi besleyen birçokları anne babalık yönelimlerini kedi vasıtasıyla gidermekte ve köreltmektedir. En azından kediyi ikinci üçüncü çocuk mesabesinde görmektedir. Maalesef bazı genç kadınların bile annelik içgüdülerini kedi vasıtasıyla tatmin ederek evlenmekten sarfı nazar ettiklerine şahit olmaktayız. Her geçen gün yaygınlık gösteren bu durum üzerinde de gelecek nesiller adına dikkatle durulup düşünülmesi gerekmektedir.
Son olarak; bir takım psikolojik sorunlar veya özel durumlar elbette istisna edilebilir; ancak bunları genele teşmil ederek bahsi geçen problemleri göz ardı etmemek gerekir. Sanki çok yaygın dermansız dertler varmış da tek çaresi kedi beslemekmiş gibi bir algı oluşturuluyor ki bu asla isabetli bir yaklaşım değildir. Hiç şüphesiz haklı örnekleri olmakla birlikte genele nazaran yok denecek kadar azdır.
Sonuç:
Geride saydığımız mahsurların bulunmaması veya giderilmesi halinde -apartman dairesi de olsa- evde kedi beslenmesinde haddi zatında bir sakınca yoktur. Ancak dinimizin, günümüz şartlarında apartman dairesinde kedi beslemeyi teşvik ettiği şeklinde yanlış bir algı oluşturulduğunu, evinin içinde bir kediyle birlikte yaşamayı reddeden aile fertlerinin, bundan hoşlanmayan hatta tiksinen insanların; “kedi beslemek sünnettir” gibi argümanlarla baskılandığını, “Kediyi sevmek imandandır” gibi mevzu (Peygamberimiz adına uydurulmuş)[5] rivayetlerle iknaya çalışıldığını çeşitli vesilelerle duyuyoruz. Açıklıkla ifade edelim ki böyle bir şeyin teşvik edilmesini ve sünnet olmasını geçtik cevazı bile şüphelidir. Geride geçtiği üzere birçok açıdan kerahetle malul olduğu aşikârdır. Peygamberimizin (s.a.s.) ne insanın ne de hayvanın doğasıyla bağdaşmayan petshop kültürüne mesnet yapılmaya çalışılması son derece talihsiz bir yaklaşımdır. Evet, Peygamberimiz (s.a.s.) bütün mahlûkata olduğu gibi kedilere karşı da şefkat ve merhametle yaklaşmış, kedilere muhabbet besleyen sahâbîyi memnuniyetle karşılamıştır. Bugün biz de aynı şekilde sokakta, evimizin bahçesinde, kapımızın önünde yani kendi doğal ortamlarında kedilere karşı aynı hassasiyeti ve muhabbeti gösterebilir, onları sahiplenip beslenmelerine katkı sunabiliriz; sünnet olan, teşvik ve tasvip edilen budur… Allahu ‘âlem…
Mesut Özbilir – Twitter/06.06.2023
[1] el-Merğînânî, el-Hidâye, (nşr. Ṭallâl Yûsuf, I-IV, Dâru İḥyâʾi’t-Turâŝi’l-ʿArabî, Beyrut) I, 26.
[2] Ebû Dâvûd, Taharet 37 (nr: 75); Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî, el-Muvatta’, (thk. Safvân Dâvûdî, Dâru’l-Kalem, Dımeşk, 2020) s.146.
[3] Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî, el-Câmiû’s-Sağîr (thk. Mehmet Boynukalın, Dâr İbn Hazm, Beyrut, 2011) s. 63; eṭ-Ṭaḥâvî, Şerḥu Meʿâni’l-Âŝâr (Dâr İbn Hazm, Beyrut, 2021), I, 142; İbn Nüceym, el-Bahru’r-Râik (Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, Beyrut, 2015) I, 287.
[4] eṭ-Ṭaḥâvî, Şerḥu Meʿâni’l-Âŝâr (Dâr İbn Hazm, Beyrut, 2021), I, 136; ed-Dâreḳuṭnî, es-Sunen (Muessesetu’r-Risâle, Beyrut, 2004) I, 105; el-Ḥâkim, el-Mustedrek (Dâru’l-Kutubi’l-ʿİlmiyye, Beyrut, 1990), I, 264; el-Beyhaḳî, es-Sunenu’l-Kubrâ (nşr. Muḥammed ʿAbdulḳâdir ʿAṭâ, Beyrut, 2003), s. 374.
[5] eṡ-Ṡağânî, el-Mevḍûʿât (nşr. Necm ʿAbdurrahman Ḫalef), Dâru’l-Meʾmûn li’t-Turâŝ, Dimeşḳ 1405), s. 54; ʿAlîyyul-Ḳârî, el-Maṡnûʿ fî Mʿarifeti’l-Ḥadîŝi’l-Mevḍûʿ (nşr. ʿAbdu’l-Fettâḥ Ebû Ğade), Muessesetu’r-Risâle, Beyrût 1398), s. 91; el-ʿAclûnî, Keşfu’l-Ḫafâʾ (Mektebetu’l-Ḳudsî، li’Ṡâḥibihâ Ḥusâm ed-Dîn el-Ḳudsî, Ḳahire 1351), s. 347.