Belli çevrelerin sıklıkla dile getirdiği bu mesele üzerinde kısaca durmayı zaruri gördüm. Öncelikle şunu ifade edelim Arap kültüründen İslam’a herhangi bir şeyin geçmesi söz konusu değildir; şayet geçmişse de bunu vahiy tasdik etmiştir, artık ona “Arap kültürü” denmez. Şöyle ki; İslamiyet şirk içerisindeki Arap toplumuna geldiğinde yanlış inanç ve itikatları söküp atma noktasında son derece katı bir tavır takınmıştır. İlk zamanlar kabir ziyaretini bile yasaklamıştır. Haliyle bu durum sahabe-i kiramda da benzer bir tavır oluşturmuştur. Mesela cahiliye döneminde Safa ve Merve tepelerinde birer put dikiliydi ve cahiliye Arapları bu iki put arasında gidip gelirdi, buna Sa’y diyoruz. İslam’ın gelmesinden sonra her ne kadar o putlar kırılmış olsa da Müslümanlar artık o iki tepe arasında sa’y etmekten geri durdular. Bunun üzerine “Safâ ile Merve Allah’ın nişanelerindendir…” (el-Bakara, 158) ayeti nazil oldu ve o iki tepe arasında sa’y edilmesinin meşru olduğu, o iki tepenin da Allah indinde kıymetli olduğu ifade edildi. Dolayısıyla da Arapların yaptığı her şey batıl değildir. Sadece bir takım yanlış inanç ve fikirler karıştırılmıştır ki İslam bunların yanlış olanlarını kaldırıp, diğerlerini sabit bırakmış veya tadil edip güncellemiştir.
Bugün bu bağlamda en fazla gürültü koparılan meselelerden biri, bu çağa uymayan kadınlara ait hükümlerdir. Kadınlar, Arap kültürüne uyularak evlere kapatılmış güya… Bilinenin aksine Araplarda kadınlar son derece açık ve rahat bir pozisyondaydı. Bunu Ahzab 33. Ayet şöyle ifade eder: “Evlerinizde oturun ve daha önce ‘câhiliye döneminde olduğu gibi’ açılıp saçılmayın…” Buradan da anlaşılıyor ki cahiliye kadını evlere kapanmış değildir. Bilakis açık saçık rahat bir biçimde sokaktadır. Aynı şeklide İslam’ın gelmesiyle birlikte Hicab Ayeti diye bildiğimiz Ahzab suresinin 53. ayeti “Peygamber’in hanımlarından bir şey isteyeceğiniz/soracağınız vakit perde arkasından isteyin/sorun. Bu sayede sizin kalpleriniz de, onların kalpleri de daha temiz kalır…” nazil oldu ve haremlik selamlık ilk defa Arap toplumunda bu ayet ile tesis edildi. Nitekim Aişe validemiz bu ayetin bir yansımasını şöyle ifade eder: “…ben de Rasûlullah’la beraber sefere çıktım. ‘Hicâb ayeti’nin indirilmesinden sonraydı. Ben (seferde) ‘hevdec’imin içinde taşınır ve (konak yerinde) hevdec içinde indirilirdim.” (el-Buhârî, Megâzî, 36, nr. 4141; Tefsîr, en-Nûr, 6, nr. 4750) Hevdec dediği kapalı tahtırevan gibi bir mahfildir, dışarıdan bakılınca içi görünmez. Yine bu uygulama da hicab ayetinin seferdeki bir yansımasıdır.
İkinci bir şey; bütün bu ahkâmın tesis ediliş serencamından aktarılan rivayetlere baktığımızda içine kapanık ve sinmiş bir kadın profili görmüyoruz. Sürekli bir şeylere itiraz eden, hak arayan cevval bir Arap kadını var. Bu da Arap toplumunda kadınların iddia edildiği gibi olmadıklarını ortaya koyan bir başka örnektir. Bu yanlış anlayış zannediyorum Batılılara İslam’ın kadına verdiği değeri vurgulamak için senaryo edilen Çağrı filminden gelen bir yanılgıdır. Mal gibi alınıp satılmak o devirde sadece kadınlara mahsus değildir, erkekler de alınıp satılırdı. Üstünlük, güç ve servete bağlıydı, kadınlık ve erkeklik kendi başına bir meziyet değildi. Bunun en bariz örneği Hz. Hatice değil midir? Onun cahiliye devrinde tüccar ve zengin bir kadın olduğunu vurgulayıp durmuyorlar mı sürekli? Keza Ebu Leheb ve Ebu Süfyan gibi Mekke liderlerin karıları da böyledir. Hind, Uhud Savaşında Mekke ordusuna önderlik etmiştir.
Görünen o ki; dinin hükümlerini “Arap kültürü” yaftasıyla ekarte etmek isteyenler aslında Cahiliye Araplarının kültürüne sığınmaktadırlar.
Konumuza dönecek olursak cahiliye alışkanlıklarını sürdüren kadınlar her seferinde Peygamberimiz tarafından ve çeşitli ayetlerle ikaz edilmişler ve neticede Nisa 34 ayetiyle son derece üst perdeden bir hitapla Allah erkek ve kadın arasında net bir çizgi çizmiştir.
Dolayısıyla sübutu ve delaleti kat’i nasları bırakarak, sıhhati ve sarahati olmayan rivayetlerden yola çıkarak, cahiliye döneminden istinbatlar yaparak İslam kadınını günümüz dünyasına monte etme gayretleri beyhudedir. Hevâ ve heves merkezli yönelimlerdir.
Burada belki denilebilir ki İslam belli oranda toplumların örf ve adetlerini de dikkate almıştır. Evet, fıkıh kitaplarımızdaki bazı hükümler böyledir. İçtihada mahal olan yerlerde bunu kabul edebiliriz ancak itiraz edilen hatta inkâr edilen hükümler çoğunlukla hakkında kat’i naslar bulunan hükümlerdir. Yani reddettikleri aslında Nisa:34, Ahzab:33 ve 53 gibi ayetlerdir.
Son olarak Arap kültürü bağlamında şunun da altını çizerek bitirelim. İctihad edilen kısımlarda bile Arap kültüründen bahsetmemiz yine tartışılır. Zira mezheplerin teşekkül süreci mahza Arap toplumu içerisinde değil; Kûfe, Bağdat, Basra gibi bir kısmı yeni kurulmuş ve çok farklı kültürlerin bir arada yaşadığı şehirlerde gerçekleşmiştir. Dolayısıyla bugün içerisinde “Arap kültürü” ifadesi geçen cümlelerin büyük çoğunluğu varsayımlar üzere kurulmuş olup, sağlam bir temele dayamayan günü kurtarmalık yaklaşımlardır.
“Yoksa onlar Cahiliye devrinin hükmünü mü istiyorlar? Gerçeği kesin olarak bilip kabul eden kimseler için Allah’tan daha güzel hüküm sahibi kim olabilir?” (Maide, 50)
Mesut Özbilir
07/01/2024