Son zamanlarda oldukça yaygınlaşan ve zaman zaman sosyal mecralarda can sıkıcı boyutlara ulaşan meselelerden biri de; günlük hayatta kullandığımız bazı kelimeler üzerine, başka dillerdeki benzer lafızlarının mana ve mefhumlarıyla kurgulanan komplo teorileridir. Her geçen gün yeni bir kurguyla sosyal medyada etkileşim avına çıkan bazı hesaplar, yer yer dini hassasiyetleri de bu ihtiraslarına konu etmekte ve bir müddet sonra yayılan bu kurgular insanların zihinlerini bulandırmaktadır. Öncelikle bu gibi kurgu ürünü olan kelimeleri ele aldıktan sonra, bir takım hassasiyetlerden neşet eden bazı kelimelere de temas edeceğiz inşallah.
Hele şükür
Bizim Türkçede kullandığımız “hele” bağlacına, İskandinav mitolojisindeki “Hel” ismindeki bir tanrıçadan yola çıkarak; “hele şükür”, denildiğinde bu tanrıçaya şükredilmiş olunacağı, şeklinde yapılan bir kurgu sosyal mecralarda oldukça yaygınlaştı. “Hele şu düşündükleri şeye bak!” demeden edemiyor insan. Bizim meşhur “hele”… “Hele ki gelebildin! Hele şu hale bak!” deriz ya hani, bazen de birini bekleriz bekleriz gelmez bizi ağaç eder, onu gördüğümüz anda “Hele şükür gelebildin!” diyerek sitem ederiz, işte o “hele”…
Basit bir kurgunun ürünü olan bu yaklaşımın hiçbir tutar tarafı yoktur; ister “hel” diye bir put olsun, ister tanrıça olsun. Bu ne bizim dilimizde kullanılan bir manadır, ne de kültür havzamıza ait bir mefhumdur. “Hel” isminde bir tanrıça olduğundan haberimiz bile yoktu şimdiye kadar. Dolayısıyla Türkçeye ait bir kullanım olan ve “Nihayet (geldin çok) şükür” anlamına gelen bu ifadeyi kullanmakta bir sakınca yoktur. Tıpkı başka bir mitolojide “çok” isminde bir tanrı olsa “çok şükür” deyince ona şükredilmiş olunmayacağı gibi.
Kaka
Bir başka örnek de sahabe dönemi İslam ordularının önemli komutanlarından biri olan el-Ka‘ka‘ b. Amr b. Mâlik et-Temîmî’nin ismi üzerinden ihdas edilen bir kurgudur. İddiaya göre; el-Ka‘ka‘ b. Amr Yahudilere çok çektirdiği için Yahudiler intikam almak maksadıyla onun ismini böyle necis bir şeye vermişler ve böylece yayılmış gitmiş.
Evvela bu iki kelime birbirini tam olarak karşılamamaktadır. قَعقَاع Arapça kaf ve ayn harfleriyle yazılmakta, Latin alfabesi ise bu harfleri karşılayamadığı için “Ka‘ka‘” şeklinde yaklaşık olarak imla edilmektedir. Çocuk dışkısı anlamına gelen “kaka” ise “mama” gibi “gaga” gibi tuvalet alışkanlığı kazanmaya başlayan küçük yaşlardaki çocukların anca telaffuz edebildiği iki heceden müteşekkil basit bir kelimedir. Üstelik sadece Türkçeye has olmayıp Yunanca, Latince ve birçok kadim dilde de kullanılmaktadır. (Çocuk dilinde evrensel sayılabilecek ıkınma sembolizminden; Farsça: kak, Yeni Yunanca: kaká, Ermenice: k”ak”, Latince: caca, Fransızca: caca)
Şimdi bu gibi durumlar karşısında nasıl bir tavır takınmamız gerektiği üzerinde duralım. Şüphesiz bundan sonra da bu tür kurgular karşımıza çıkmaya devam edecektir; zira insanlar artık sosyal medyada etkileşim alabilmek uğruna her türlü yalan yanlış bilgiyi ihdas edip dolaşıma sokabilmektedir.
Şunun altını net bir biçimde çizelim ki; bir kelime bir dilde ne için vaz edilmişse onun manası odur. En fazla örfteki kullanımı (ıstılah/mecaz) lügatten farklı olur ki o da yine aynı dilin şümulüne girer. Farklı bir dilde o lafızların başka bir manaya delalet etmesi bizim için bağlayıcı değildir. Bunun araştırmasını yapmak zorunda da değiliz. Dolayısıyla buradan hareketle koca koca çekinceler bina etmenin bir manası yoktur.
Mesela “Kezib” Arapça da “yalan” anlamına geldiği halde Anadolu’da Müslümanlar “Kezban” ismini çocuklarına isim olarak vermişlerdir. Çünkü o dönemlerde büyük oranda Farsça konuşuyorlardı ve (Ked-bânû) “Kezban” Farsça da “ev hanımı” manasına geliyordu. Anadolu’da hiç mi hafız hoca yoktu ki, Rahman suresini okuyup da “tükezziban” kelimesini görmesin? Bilakis “Kezban” isminin Arapçadaki “tükezziban” ile hiç bir alakası olmadığı için, bu ismin kız çocuklarına verilmesinde bir sakınca görülmemiştir. Bunlar tamamen son zamanlarda ihdas edilen türedi şeylerdir.
Bu noktada belki gelebilecek mukadder bir itiraza da cevap vermek yerinde olacaktır. Kuran-ı Kerim’de: “Ey iman edenler! “Râinâ!” demeyin; “unzurnâ” deyin ve iyi dinleyin. Kâfirler için elem verici bir azap vardır.” (2/el-Bakara, 104 ) buyurulmaktadır. Şöyle ki; Medine Yahudilerinin Arapçada “bizi gözet” manasına gelen “râinâ” ifadesini İbranicede hakaret manasına gelen “râinâ” gibi telaffuz ederek Peygamberimize hakaret maksadıyla kullanmaları üzerine bu ayet inmiş ve bunun yerine aynı anlama gelen “unzurnâ” kelimesinin kullanılması emredilmiştir.
Bu ayeti kerimede Müslümanlar arasında yaşayan Yahudilerin, kendi dilleri İbranicedeki benzer bir ifadeyi kullanarak “kasten” hakaret etmeleri söz konusudur. Dolayısıyla bu kelimenin yasaklanmasının sebebi mahza İbranicedeki karşılığı olmayıp, Medine Yahudilerinin bunu Peygamberimize karşı “hakaret kastı” ile bilinçli olarak kullanmalarıdır. Yoksa araştırdığımız zaman dilimizde kullandığımız birçok kelimenin başka dillerde hakaret, küfür veya bir takım sakıncalı manalara delalet ettiğini tespit etmemiz mümkündür. Bu ise abesle iştigaldir. Bizim konuştuğumuz dilde bir kelime sakıncalıysa sakıncalıdır, değilse değildir. Manası güzelse güzeldir, kötüyse kötüdür. Başka dillerden anlam ithal ederek kelimelerin mana ve mefhumlarıyla oynamak, üzerine bir takım kurgular inşa etmek işgüzarlıktan başka bir şey değildir.
Bir başka üzerinde durmamız gereken husus da şudur; kullanılan kelimeler ve kurulan cümlelerde kişinin muradı belirleyicidir. Mesela İslam akit nazariyesinde buna son derece dikkat edilmiş ve Mecelle’nin üçüncü maddesinde şu kaideye yer verilmiştir: “العبرة في العقود بالمقاصد والمعاني لا بالألفاظ والمباني / Akitlerde itibar edilen kasıt ve manalardır, lafız ve kalıplar değildir.” Akit gibi hukuki sonuçlar doğuran bir sözleşmede bile lafız değil de kasıt itibara alınıyorsa günlük hayattaki sıradan konuşmalarda hayli hayli alınır. Dolayısıyla kişinin kastını dikkate almadan sadece lafız üzerinden sözlerini anlamlandırmak da doğru değildir.
Buraya kadar bahsettiklerimiz çeşitli kurgulara konu olan kelimelerdi. Şimdi ise öteden beri bazı çevrelerin hassasiyetlerinden kaynaklanan ve zaman zaman münakaşa mevzuu olan bazı kelimeleri izaha çalışacağız.
Tesadüf değil tevafuk
Bu kısmın ilk örneklerinden birini oluşturan ve Türkçede “rastlantı” anlamına gelen “tesadüf” kelimesi üzerinde belli çevreler inanılmaz hassasiyetle duruyor. “Falancayla tesadüfen karşılaştık” dediğiniz anda derhal kader inancınız masaya yatırılıyor. “Hayır! Siz rastlaşmadınız lehv-i mahfuzda yazılıydı vakti merhûnu gelince de Allah’ın takdiriyle tevafuk ettiniz” deniliyor. Fesübhânallah! Kardeşim bizim inancımıza göre kâinatta vücuda gelen her şey böyle oluyor zaten, buna baştan iman etmişiz, her şeye ayrıca şerh düşemeyiz ki… “Yağmur yağdı” Hayır! “Yağdırıldı” vs… İş tamamen insanları bunaltıcı bir noktaya taşınıyor.
Evet, bir asır önceki ateizm propagandalarına karşı böyle bir refleks oluşmuş olabilir; “kâinatta tesadüfe, tesadüf edilmez” denilmiş olabilir; lakin bugün halk dilinde konuşulan “tesadüf”ün bununla bir alakası yoktur. “Falancayla tesadüfen karşılaştık” demek kendi ihtiyarımız olmadan, bir buluşma planlamadan rastlaştık demektir. Allah’ın takdir ve iradesinden bağımsız olarak karşılaştık demek değildir. “Bir dönem çözüm olarak üretilen bir şey başka bir dönemde sorun olabilir.” Dolayısıyla bir kelimeye o toplumda vaz edilmeyen bir mana yükleyerek buradan itikat sağlaması yapmak doğru bir yaklaşım değildir. İnsan bu kelimeyi tercih etmeyebilir, kullanmamakta fayda var da denilebilir, ayrı mesele; ancak sürekli bunun adeta jandarmalığını yapmak “tesadüf” diyenin ağzına “tevafuk”u tıkamaktan da geri durmak gerekir.
Yaratmak
Üzerinde fırtınalar koparılan bir başka kelime de iş bu “yaratmak” kelimesidir. Günümüzde okullarda, kitaplarda, reklamlarda, haberlerde ve çizgi filmlerde “yaratıcılığınızı geliştirin, korku yarattı, yaratıcı fikir” vb. formlarda “yaratma” ifadesinin kullanımı oldukça yaygınlık kazanmaya başladı. Görünen o ki böylece de devam edecek. Bu sebeple bunu da bir zemine oturtmakta fayda var.
Molla Ali el-Kârî’nin elfaz-ı küfür bahisleriyle alakalı değerlendirmeleri bu noktada son derece dikkat çekicidir. «Bir kimse hasmına “Senin gibi adamı ben her an çamurdan yaparım” dese kâfir olur.» şeklindeki bir nakle Ali el-Kârî şu şekilde itiraz etmiştir:
Bunun üzerinde araştırma yapmak gerektiği açıktır. (…) Evet, şayet “yaparım” yerine “yaratırım” demiş olsa kâfir olurdu; ancak bu bile bir ihtimaldir. Zira Kuran-ı Kerim’de Hz. İsa’nın (a.s) şu sözü nakledilmektedir: أَنِّي أَخْلُقُ لَكُمْ مِنَ الطِّينِ كَهَيْئَةِ الطَّيْرِ “Size çamurdan kuş biçiminde bir şey yaratır (yapar)ım.” Bunu bütün yönlerden yaratmaya benzetmek gerekmez. Bu sebeple (devamında) şöyle buyurdu: فَأَنْفُخُ فِيهِ فَيَكُونُ طَيْرًا بِإِذْنِ اللَّهِ “Ona üflerim, Allah’ın izni ile derhal kuş oluverir.” ( 3/Âl-i Îmrân, 49./ Aliyyû’l-Karî, el-Fıkhu’l-Ekber Şerhi, s. 298.)
“Yaratmak” fiili Allah için kullanıldığı vakitte “bir şeyi yoktan var etmek” anlamını ifade eder; ancak kullar için kullanıldığı vakitte “bir takım maddeleri işlemek suretiyle bir şeyi imal etmek, icat etmek, yeni bir fikir sunmak, bir şeye sebep olmak” vb. anlamlara gelir. Nitekim zikredilen ayeti kerimede görüldüğü üzere Kuran’da da benzer kullanımlar mevcuttur. Bunun bir başka misali de وَتَخْلُقُونَ إِفْكًا “İftira yaratıyorsunuz” (29/el-Ankebût, 17) ayetidir. Burada da yine “iftira atmak”, “yaratmak” anlamına gelen “خلق” fiili ile ifade edilmiştir. Şunu açıklıkla ifade edelim ki bugün Türkçede kullara nispetle kullanılan “yaratma” kelimesinin Allah’ın yaratıcılığıyla hiç bir ilgisi yoktur. Kullanılmayabilir; ancak kullanılmasını son derece büyük bir cürümmüş gibi karşılamak doğru değildir. Bu medya çağında “kullanmazsın olur biter” demekle olup bitmiyor artık, sürekli basın yayında bu şekilde işlenip duruyor. Yeni yetişen nesiller bu kullanımlara aşina oluyor, Türk Dil Kurumu bunu bu şekilde anlamlandırmış. Dolayısıyla aksi yönde hareket etmek Kur’ânî bir zemine oturmadığı gibi Türk Dil Kurumunun o kelimeye vaz ettiği manaları da yok saymak anlamına gelecektir. Münferit olarak biz bu kelimeleri kullanmayabiliriz; ancak bu çerçevede kullanılmasında bir sakınca olduğunu söylemek de isabetli değildir.
Rab, Abd, Mevla
Yine Müslümanlar arasında çok tartışılan; “rab, abd (kul), mevla” gibi kelimelerin kullanımı da aynı şekilde Allah’a nispetle farklı, kullara nispetle farklı anlamlar ifade ederler. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de de bu şekilde kullanılmışlardır. Mesela “rab” kelimesi Yûsuf Sûresi 41 ve 50. âyetlerde “efendi” manasında kullanılmıştır. Bu itibarla bazı çevrelerin Amenerresulü’de geçen “ente mevlânâ” ayetine dayanarak Celaleddin-i Rûmî’ ye “Mevlana” demek şirktir kabilinden sözler etmesi son derece komik ve cahilce bir tavırdır.
Tanrı
Arapçadaki “ilah” kelimesinin Türkçedeki karşılığı olan “tanrı” kelimesi Türkler Müslüman olduktan sonra da kullanılagelmiştir. Asıl itibariyle “tanrı” kelimesini kullanmanın bir mahsuru yoktur; ancak yakın tarihimizde ezanın 17 yıl kadar Türkçe okutulması ve “Allahu Ekber” lafızlarının “Tanrı Uludur” şeklinde değiştirilmesi Müslümanlarda bu kelimeye karşı bir antipati oluşturmuştur. Dolayısıyla burada bir tafsile giderek meseleyi ele almamız gerekecek.
İbadet, dua ve niyaz makamında Tanrı kelimesini kullanmamak, bunun yerine Kuran ve Sünnette öğretilen hitapları tercih etmek uygun olur. Nitekim Kuran-ı Kerim’de de şöyle buyurulmuştur: “En güzel isimler (esmâ’ü’l-hüsnâ) Allah’ındır; bu güzel isimlerle O’na dua edin…” (7/A’râf, 180) Ancak felsefe, psikoloji, sosyoloji vb. alanlarda bir terim olarak kullanılmasında herhangi bir sakınca yoktur. Çünkü bu alanlardaki kullanımı; ibadet, dua veya niyaz makamında olmayıp insanın, -hak veya batıl- herhangi bir tanrı ile olan münasebetlerinin ele alındığı bir terim olmaktan ibarettir. Tanrı ile de her zaman Allah kastedilmez.
Hâsılı kelâm
Gerek geçmişteki bazı hassasiyetlerden neşet etsin, gerekse bugün etkileşim maksadıyla kurgulanmış olsun kelimeler üzerine çok büyük anlamlar yükleyerek bir mayınlı arazi oluşturmanın ilmi bir zemini olmadığı gibi toplumumuzda da gereksiz münakaşalara sebebiyet verdiği aşikârdır. Bu sebeple bazı şeyleri “en iyisi kullanmamak” diyerek geçiştirmek yerine toplumumuzda bir bilinç oluşturmanın daha faydalı olacağını düşünerek bu yazıyı kaleme aldık… Elbette dileyen bu gibi kelimeleri kullanmayarak hassasiyetlerini muhafaza edebilir; ancak etrafımızda bu kelimeleri kullananlara karşı bir mücadeleye girişilmesi doğru değildir; zira geride de izaha çalıştığımız gibi bu yaklaşımın ilmi bir temeli bulunmamaktadır…
Vallahu â’lemu bi’s-savab…
Mesut Özbilir
04/03/2023