Her sene Ramazan-ı Şerif ayının girmesiyle birlikte dini alanda farklı söylemler üretme çabaları ekranlara yansımaktadır. Bunların önemli bir kısmı “hâlif-tu’raf/ farklı şey söyle, tanın” kabilinden gayelere matuftur; yani gündeme gelebilme arzusu… Bir kısmı ise bazı dini meseleleri sözde kolaylaştırma adına ortaya atılan fevri fikirlerdir; bu sebeple çoğunlukla da sağlam temeller üzerine oturtulmadan piyasaya sürüldüğünü görmekteyiz.
Son zamanlarda bu tür çıkışlara bir yenisi daha eklendi: “Peygamberimiz Malatya’da yaşasaydı kayısıyla oruç açardı.” Gerek bu ifadenin kendisinin, gerekse aynı mantığa bağlı olarak “şöyle olsaydı Peygamber böyle yapardı” tarzında yaklaşımların ilmi bir zeminde incelenmesi, bu noktada gelişi güzel konuşmanın vehametini ortaya koyması açısından önem arz etmektedir. Nitekim gıyabında bir Peygamber adına konuşmak, kendi fikrini Peygamber fikriymiş gibi beyan etmek son derece tehlikeli ve sorumsuzca bir davranıştır.
Öncelikle hurma meselesini vuzuha kavuşturmak üzere hurma ile oruç açmamıza delil teşkil eden hadis-i şerifi zikredelim:
Efendimiz (s.a.s.): “Biriniz iftarını açmak istediğinde, onu hurma ile açsın, çünkü hurma berekettir, eğer hurma bulamazsa su ile açsın, çünkü su temizdir”[1] buyuruyor. Bu hadisi şerif bazı varyantlarında; “önce taze hurma ile bulamazsanız kuru hurma ile onu da bulamazsanız su ile iftar edin” şeklinde de gelmektedir. Yine Efendimiz (s.a.s.) sadece iftarda değil “Müminin hurma ile sahur yapması ne güzeldir” [2] buyurarak sahurda da hurma yemeyi teşvik etmiştir.
Görüldüğü üzere Efendimiz (s.a.s.) burada açık bir şekilde “bulabilenin” hurma ile iftar etmesini emrediyor. Ancak âlimler buradaki emir kipinin vücub (farz, vacip) değil nedb yani müstehaplık ifade ettiğini söylemişlerdir.[3] Yani “illa hurma ile iftar açın” değil, “bulabilirseniz hurma ile bulamadığınız takdirde ise su ile iftar etmek faziletli olandır” şeklinde anlaşılmaktadır.
Hurma ile iftar etmenin hikmetinden sual ettiğimizde ise hadisin bazı varyantlarında nakledildiği üzere “hurma berekettir”[4] cevabını alıyoruz. Bereket; nicelik ve nitelik değerleri bizce meçhul olan, 2 ile 2’yi topladığımızda bazen 4 yerine 5-10 sonuçlarını da alabildiğimiz, bize ilahi zenginlik ve kazanım sunduğuna inandığımız bir mefhumdur. Dolayısıyla şunu biliyoruz ki; “muhbir-i sadık” olan Hz. Muhammed (s.a.s.) hurma ile iftar etmekte bereket var buyurmuşsa onda bizim için birçok ecir ve hayırlar vardır. Ancak bu hayır ve ecirlerin ne yönde tezahür edeceği açık bir şekilde beyan edilmemiştir.
İmam-ı Rabbanî Hz. (k.s.) Ramazan-ı Şerif ayının faziletleri hakkında yazdığı bir mektubunda hurmanın bereketine dair şu yorumu yapmaktadır:
«Hurmanın bereketli olması, hurma ağacının tıpkı insan gibi (birçok özelliği) toplaması ve en dengeli vasıflar üzere yaratılmasından dolayıdır. Bu sebeple, Efendimiz (s.a.s.) hurma ağacını “Âdemoğullarının halası” diye isimlendirmiştir. Çünkü hurma ağacı, Âdem (a.s.)’ın yaratıldığı çamurun artakalanından yaratılmıştır. Zira Peygamberimiz (s.a.s.) bu hususta şöyle buyurmuştur: “Halanız hurma ağacına hürmet ediniz. Çünkü o, Âdem (a.s.)’ın çamurunun artakalanından yaratılmıştır.”[5] Efendimizin hurma için “berekettir” demesi, ağacının (yaratılış olarak birçok özelliği) toplaması itibarıyla olsa gerekir. Bu ağacın meyvesi olan hurma ile iftar etmek, kendisi ile iftar edenin bir parçası olur ve hurmanın (birçok özelliği) toplayıcı olan hakikati, hurma ile iftar edenin hakikatinden bir parça olur. Böylece hurma yiyen kişi hurmanın hakikatinde var olan namütenahi üstünlükleri toplamış olur. Bu mutlak olarak hurmanın yenilmesiyle meydana gelebilirse de iftar vakti kişinin kemalâtı önünde engel teşkil eden şehvetler ve lezzetlerden arınmış olduğu bir an olduğu için tesiri daha fazla olur ve bu mana tastamam ve kâmil bir şekilde zahir olur. Peygamberimiz (s.a.s.) de “Kişinin hurma ile sahur yapması ne güzeldir”[6] buyurarak hurmanın kendisini yiyen kişinin bir parçası olması sebebiyle insanın hakikatini tamamlayacağına işaret etmiş olabilir…» [7]
Bu ifadelerden anlaşıldığı üzere İmam-ı Rabbani Hz. hurmanın ne tür bir bereket olduğuyla alakalı -varid olan hadislerin de işaretiyle- yaratılış itibarıyla hurma ile insanın aynı bileşenlere sahip olmasına dikkat çekiyor ve hurmayı insan bedenini ikmal eden bir unsur olarak telakki ediyor.
Bunun dışında bugün iftarı hurma veya su ile açmanın tıbbi anlamda ne gibi faydalar sağladığına dair bir araştırma yapsak illaki alanın ilgilileri tarafından sunulmuş bir takım bilgiler elde edebiliriz; mesela düşen kan şekerinin hurma ile dengelenmesi vb. gibi yorumlara rastlamamız mümkündür. Hatta bununla alakalı bazı âlimler de çeşitli yorumlar yapmışlardır. Mesela Hanefi fakihlerinden İbn Melek “evla olan bunun (asıl) sebebini Allah’a havale etmektir” dedikten sonra; hurmanın besleyici ve tatlı oluşunu, uzun süre aç kalarak yorgun düşen insan vücudunun hurma ile bu yorgunluğunun izale edilmiş olacağını zikreder.[8] Ancak biz meselenin dini hüviyetiyle ilgilendiğimiz için tıbbi hikmetleri üzerinde fazlaca durmuyoruz.
Bu hadisi şerif Peygamberimizin lisanıyla tavsiye ve teşvik veçhiyle gelmeyip, sadece sahabeden “Peygamberimiz (s.a.s.) hurma ile iftar ederdi” şeklinde bir kalıpla gelmiş olsaydı –ki bu vecihle de rivayet olunmuştur- Müslümanlarda ittiba için hurmayla iftar etmeyi bir gereklilik görselerdi bu takdirde belki alternatif aramanın bir anlamı olabilirdi. “Malatya’da yaşasaydı kayısıyla iftar ederdi” demenin anlaşılır bir tarafı olabilirdi. “Medine’de bolca hurma vardı hurmayla açıyordu, Malatya’da yaşasaydı orada da bolca kayısı olduğundan kaysıyla oruç açardı” şeklinde bir yorum makul karşılanabilirdi. Ama öyle değil! Efendimiz (s.a.s.) “bulabilen hurma ile bulamayan su ile açsın” şeklinde alternatifiyle birlikte bir beyanda bulunuyor. Yani hurma olmadığı, bulunamadığı vakitte de ne ile iftar edileceğini peşinen beyan ediyor. Şu takdir de hurmaya alternatif üretmenin mantığı ve gayesi ne olabilir? Zaten alternatifini de su olarak bizzat Efendimiz (s.a.s.) kendisi zikretmiş. Üstelik her yerde bol miktarda bulunmakta ve zengin fakir herkes kolaylıkla ulaşabilmektedir.
Sonra hurma ile iftar etmek de niye bereket var, bunu da tam olarak bilmiyoruz. Bereket mefhumunu kaysıya da yüklememiz mümkün mü, ya da bunu neye göre yapacağız? Bunlarda karşımıza çıkan ve cevaplanması gereken diğer sorular. Eğer Malatyalıyı hurma bulma meşakkatinden kurtaracaksak şu durumda “Peygamberimiz Malatya’da yaşasaydı su ile iftar açardı” demek daha yerinde olacaktır, zira bunun Peygamberimize bir nispeti var; “hurma bulamayan su ile iftar etsin.” Ama kayısıyı neye göre, hangi gerekçeyle hurmanın yerine ikame edeceğiz? Öyle ya “Peygamber olsaydı” diyoruz, onun adına fikir beyan ediyoruz; sadece Medine’de hurmanın bol bulunmasından yola çıkarak böyle bir çıkarımda bulunmanın bizi isabetli bir neticeye götürmeyeceği açıktır. Çünkü hurmayla iftar edin derken bir ta’lilde bulunuyor, “Hurma berekettir” buyuruyor. Şu halde bizim Peygamber adına “Kayısı berekettir” deme hakkımız olmasa gerek. Ayrıca geride geçtiği üzere Efendimiz (s.a.s.) hurmanın insanla aynı ham maddeden yaratıldığını ifade ediyor. Senet itibariyle zayıf görülmekle beraber oradan da bir alaka kuruyor, biz bunu hiçbir temele oturtmadan kayısı için de söyleyemeyiz.
Bizim, Peygamberimizin nerede olsa ne yapacağını tam olarak kestirmemiz mümkün değildir; hele 14 asır sonra… Bize düşen kendi fikirlerimiz üzerinden bir Peygamber tasavvuru oluşturup ona tabi olmak değil bizatihi Peygamberimiz (s.a.s.)’in kendisine ittiba etmektir. Peygamberimizin bazı fiilleri çeşitli sebep ve illetlere mebnidir, bunların tespiti de ancak bu alanın uzmanları yani fukaha tarafından yapılabilmektedir. Beşerî olanı nebevî olandan, şer’î olanı örfî olandan ayırmak ciddi bir ilmi derinlik gerektirdiği gibi dakik bir anlayışa da ihtiyaç duyar. Bu alanda hiçbir mahareti olmayan insanların sadece bir meyvenin bir beldede bol yetişmesinden yola çıkarak bir takım çıkarımlar yapması makul ve makbul görülebilecek bir şey değildir. Neyi, ne için yaptığı; neyi nereye ne için koyduğu bilinebilirse ancak bu takdirde bir tasarrufta bulunulabilir ki bu da göründüğü kadar kolay değildir. Sahabe-i Kiram bile bu hususta son derece ihtiyatlı davranmışlardır. Bununla alakalı olarak verilebilecek en güzel örnek hiç şüphesiz radikal kararlar almasıyla bilinen Hz. Ömer (r.a.) efendimizin yaklaşımları olacaktır.
Peygamberimiz (s.a.s.) Hudeybiye antlaşmasından bir yıl sonra yapmış olduğu umretü’l-kazâ sırasında müşrikler Daru’n-Nedve önünde toplanmış haset içinde tavaf yapan müslümanları seyrediyorlardı. Onların zayıf ve yorgun düştüklerini tavaf yapmaya bile güç yetiremediklerini konuşuyorlardı. Bunun üzerine Efendimiz sallâllahu aleyhi ve sellem ashabına hızlı ve çalımlı bir şekilde güçlü görünerek yürümelerini emretti (remel).[9] Daha sonraları Hz. Ömer efendimiz (r.a.) remel ile tavaf ederken “Bize ne oluyor ki böyle yürüyoruz? Vaktiyle müşriklere güçlü görünmek için böyle yürüyorduk ancak Allah onları helak etti” dedi. Bir an artık bu şekilde yürümemize gerek kalmadı diye düşündü; ancak hemen ardından rücu ederek: “Rasulullah’ın (s.a.s.) yapmış olduğu bir şeyi terk etmeyi sevmeyiz (hoş görmeyiz)”[10] dedi ve tekrar aynı şekilde remel ile yürümeye devam etti. Mesela Hz. Ömer’in (r.a.) burada “Peygamberimiz (s.a.s.) yaşasa artık böyle yürümezdi” şeklinde bir çıkarım yapmaktan geri durduğunu görüyoruz.
Yine Hacerü’l‐Esved’e hitaben: “Vallahi sen sadece bir taşsın, ne fayda ne de zarar verebilirsin, eğer Rasulullah’ın seni selamladığını görmüş olmasaydım seni selamlamazdım”[11] deyip sonra da Hacerü’l‐Esved’i selamlaması (veya öpmesi) dikkatimizi çeken önemli misallerdendir.
Hâlbuki Kur’an-ı kerimde zekât verilebilecek sekiz sınıftan biri müellefe-i kulûb (kalbi İslam’a ısındırılacak kâfirler)[12] olarak ayetle beyan edildiği halde Hz. Ömer (r.a.) İslâmiyet’in yayılıp güçlendiği ve müslümanların kuvvetlendiği gerekçesiyle onlara zekât vermemiştir[13] ve Hz. Ebubekir başta olmak üzere Sahabe-i Kiram’da sükût ederek bu tavrını onaylamıştır. Yine ehli kitap olan kadınlarla evlenmek ayeti kerimeyle helal kılındığı halde Yahudi bir kadınla evlenen Huzeyfe b. Yeman’a mektup yazarak bu (ehli kitapla) evliliğin olumsuz etkiler doğurması muhtemel olduğundan evlilikten vaz geçmesini emretmiştir.[14]
Örneklerden anlaşıldığı üzere Hz. Ömer Efendimizin (r.a.) bazen son derece katı ve tavizsiz bir duruş sergilerken, bazen aksi yönde hareket ettiği göze çarpmaktadır. Hakkında açık ayetler bulunan meseleler hakkında “sanki” tasarrufta bulunabiliyorken, Efendimizin herhangi bir fer’i uygulamasını terk etmekten sarfı nazar ediyor. Demek ki onu böyle davranmaya sevk eden, ilk bakışta anlaşılamayan; ancak ilmi derinliğine inildiğinde tespit edilebilen bir takım müessir unsurlar var. Yani bizim anladığımız tarzda gelişi güzel yapılan bir tasarruf değil bu. Tabi bu ve benzeri meseleleri ulemamız uzun uzun tartışmış, irdelemiş, tahlil etmiş arka planına dair bize açıklayıcı tespitler sunmuşlardır. Tafsilatlı bilgi edinmek isteyenler ilgili kaynaklara müracaat edebilirler.[15]
Dolayısıyla biz sıradan insanların, Efendimizin uygulamalarını 14 asır sonra tam olarak çözümleyerek bir kısmını tedavülden kaldırma veya başka bir şeyle değiştirme lüksümüz yok. Sahabe-i Kiram, müctehid imamlarımız ve fukahamız naslar üzerinde “zahiren” bir tasarrufta bulunuyorlarsa, bir takım çıkarımlar yapıyor veya aralarında tercihte bulunuyorlarsa bunu dinin genel prensiplerine ve şer’i külli kaidelere binaen yapıyorlardır, üstünkörü mantık yürüterek değil.
Netice olarak iftarı hurma ile açmak İmam-ı Rabbani Hz. gibi bazı âlimlerce sünnet, genel kabule göre müstehap/güzel görülmüştür. Hurma bulunamadığı takdirde ise bizzat Peygamberimiz (s.a.s) tarafından su ile iftar edilmesi teşvik edilmiştir. Şu halde hurma yerine kaysıyı ikame etmenin bir manası olmadığı gibi sadece o beldede bol bulunmasından yola çıkılarak Peygamber adına böyle bir beyanda bulunmak da temelsiz bir iddia olmasının yanı sıra bir müslüman için son derece tehlikeli bir yaklaşımdır.
[1] Et-Tirmizî, Zekât 26 (664); Savm 10 (703, 704, 705); Ebû Dâvûd, Sıyam 21 (2355).
[2] Ebu Davud, Sıyam 16 (2345).
[3] Sehârenfûrî, Bezlû’l-Mechud (Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 2007), XI/91.
[4] Et-Tirmizî, Zekât 26 (664); Nesâî, es-Sünenü’l-Kübra (el-Müessesetü’r-Risale, Beyrut, 2001) III/372; VI/246; İbn Huzeyme, es-Sahih (el-Mektebetü’l-İslamî, 2003, Thk: Mustafa el-Âzamî) s. 994 (Hadis no: 2067).
[5] Ebu Ya’lâ, el-Müsned (Daru’l-Me’mum li’t-Turas, Thk: Hüseyin Selim Esed): I/353 (Hadis No: 455).
[6] Ebu Davud, Sıyam 16 (2345).
[7] Mektubat-ı Rabbani (Daru’s-Sirac, İstanbul, 2021): I/142 (162. Mektup).
[8] Sehârenfûrî, Bezlû’l-Mechud (Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 2008), XI/91.
[9] Kudurî, Şerhu Muhtasari’l-Kerhi (Esfar, Kuveyt, 2022) II/460; Kemahî, el-Müheyyâ’ fi keşfi esrari’l-Muvatta’ (Daru’l-Hadis, Kahire, 2005) II/395.
[10] El-Buhârî, Kitabu’l-Hac 57 (1605).
[11] El-Buhârî, Kitabu’l‐Hac 57 (1605).
[12] 9/Tevbe, 60.
[13] Beyhaki, es-Sünenü’l-Kübra (Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 2003): VII/32 (Hadis No: 13189).
[14] İbn Ebi Şeybe, el-Musannef (Daru’t-Tac, Beyrut, 1989): III/474 (Hadis No: 16163).
[15] Hz. Ömer’in (r.a.) benzer uygulamalarının tahlili için bkz: Ebubekir Sifil, Modern İslam Düşüncesinin Tenkidi (Rıhle, İstanbul, 2022): II/141.